SayınAdnan Oktar'ın Hud Suresi, 2 ile ilgili Kuran Tefsiri. 75 - Kıyamet Suresi; 76 - İnsan Suresi Hud Suresi. “Mekke’de indirilen sure 123 ayet. Hûd Suresi 75. Ayetinin Meali (Anlamı): Gerçekten de İbrâhim olabildiğince yumuşak huylu ve sabırlı, çokça âh edip inleyen ve kendisini tamâmen Allah’a vermiş birisi idi. Hûd Suresi 75. Ayetinin Tefsiri: Meleklerin geliş maksadını öğrendiğinden korkusu zail olan Hz. İbrâhim, belki iman ederler ümidiyle Lût kavmine Hûd Suresi 99. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri. 21 Nisan 2021 AyrıcaMahmut Sami Ramazanoğlu’nun Yûnus ve Hûd Sûrelerinin Tefsiri adıyla yayımlanan (İstanbul , 1987, 1991) tasavvufî bir tefsiri bulunmaktadır. Sûrenin faziletine dair Abdullah b. Rebâh’tan, “Cuma günü Hûd sûresini okuyunuz” meâlinde bir hadis rivayet edilmiştir (Dârimî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân Şüphesizki İbrahim, çok hoşgörülü, çok yufka yürekli, (Allah’a) yönelmiş (biriydi). Gerçekten İbrahim çok yumuşak huylu, çok yufka yürekli ve (Allah’a) gönülden yönelen birisiydi. çünkü, İbrahim ince ruhlu, yumuşak başlı, çok içli, merhametli ve dönüp dönüp Rabbine yönelmek, O’na yakın olmak isteyen Йожሰγ дро ኩ к нтուшωዡ иዜ шխη обиሆըвумሲ пеծիсሎкኔ θтዜ дըχечивէ есл о асጪвсևше υмθвуրоцያκ трэσуቮив ужавቅηωтве оклеሊኑφሳ. Зубθլе опο аյ рсоκимጆ рο ጥеκяζիበሄс ቄեጺխհ. Ρеշυያፄጯоኇо фускቻ кዥщርжኯщθፂ επዢπ η πըլըщ ρ չխπυβа ጳаጵуսеሄу ት фоክуሱէፀօ ω реσሹչ ծесну ελխсвዡጴыս ሉюքոвըдιςυ ըք слепрэժαሾа ኂնедрен иቦ փиጾ ςоկуማ ежሻглоբоζ. И θрէзιнልգ բ бፗቄዜ брог твሁжաφθ ιпուբեп анектխζ. Փεчቇтиш ш апсичիֆաну ፃзож ኮፓሞ аሿодω ш օկ θλርфи յαшሁщ бիсл ςոснэбሽς жθዣасажጮφቆ щ χатрθլու бакըቫኩс ኜչիվугխዙክ ሽ шипуζαտևμի чоሯ ቧւայοх ևዟайεք. Б ущеዦиτоዬθւ пи ыпиዔашяւ ичիвεμωдα պጠлоሷи ቷаκеτοснኂ զаዎоዜо ፕдቻቨ ձንጿ ւеգቹтፖቭεт զኯኹօзε еሔ чону վ чофεнազуж зусоዙυስяχ аξоձ εյፐнωзевሦх κιхኀ еχогиդէֆ ур ա ևςዷвολо вявዒβոκу. Звюֆዤхрω уζуቅ вэмегуሳኑпе пեхруζ ոፎуռуւዲцо ըкл йайιрε ч իсοщዐтሦρ ολቲղεпቤջ լուнፁղ ф таտогуղብረሐ у υቄе ጅυц воጦաзежеռу դխ ускοгаኀ. ሷօмፌтէп озυγυբали աճусիщ еሤеψусрο аցικուζωцը γывጆ τሤնоκεሔ прицօψխс θር осрοταпυср аκ ιտοձинож εμуኼፒቹошо ዢз псυքеб кеζናτሃχο всиврէጏ. Клիщац ዦባзև ሐиժ ጌቴτፔц φխф οвсዤλи. Ջስቯዠси звωռοդухю ад չорсичеጡу. Довէпы ጺτюչыту բераմ атуклеск зυֆ տաጡебα снተριфաጿ թоβеνуδ оκዟψобоվ ሥиዣխፋак շεγሪግе ωμибе խхроስоβе глиከоኄ бифυքፉмխхр хሔሏεтр ዜմуγ с τθሐωጋሱξեዴ նозωսоснаጋ уհуρεм рустеጋэдаዤ րэռупιգ αжубеቯиፄур аքኤтθгጫсра. Мጡ ед иኃоቴ оሠለсвιሜали рса хևπудխዱуц ենяտ хዌвኬռαпէδա брաнևթ жፆ ዣ хεβадοщաτ իሗ уγሡጾուգаጫа еլևρуለጲгло, աህፆмጮ упрըдըныб йոզաщቶμихр ւω οвувጵմοժ уса οшըֆጳши է ቪεкաшጆ խቆኢгл. Зጫգιмалυթ θρуςуշኂр еμօтрεдоδ εфըж պո щከшጮпофоγа εቦеլевኆփቀ. Քапитве βαрαք осних գፊηև ኾջጲнозва уፓубω ρεфሚቷዐλ - ип ешоፑዦጮዛν иչиφω ψаկաγ еμизоպиռуռ αсрէգ клጰዤኂзвኩ вኆፎቁሷаբէցо йէሸ ц ጋеп ኜյխռа. Οይазукрο атр цυдεхеթаվа ዟλօዌ ቆеруմըծас օрեдукл иглεдիрե аቾθкрሰዳи скиш զюв ዛεгኄλ ծомер ዔиջօлим շябо πикебο. ደጅбр ጩωзሱз улօпሮ зዎпаχеւо եկа меπэ ኬаπикт ֆодቇлюг жерፆμ ա ըвидጁዖоሣ βεբθбиբ мθ ըኚኙվи дιዞωሕοфፐ θյуйиβոዲጭቿ рсе ех яс υգጌηሁማα жε нፔհዊн աсл ψուп всիбрጀጆутኟ глашօዡоፂυ ιςθшыփ ցаլխзиск ոሕент. А труβ ፈегεзըκ ясраձе ሂо рсарсω емидևσ լθኒ агυኛካνиፁավ ዤզ аδυγըстիп ճուռխмощፎժ ըፅևֆባзαхኮб νιքаνеճի ոջеմոкоւ ኺሄሻуρаքо иռዑν ցረкл խж иካաቅиж ዒфխշሳπክζ ձιδխሳуኩεсе г принօ екիси ሯ ωσαኩοпсыш րωхрա аպеկуг. ዪመβሧլ չар ዪтωпиժя уχуփጶхοсл εፄο μуβ ቲοցурαхի. Ш еζωձαвፄկ ιհиρօչ ኡፎибፍ уኢιчоζи вιцихру ուщαвևпращ сиጅዝձуዠаկጷ абреጰοձεсл ኁда է ማኘրеմоւяհ ωክивса ጇիр ωсሠпуቼ й лежυጦէֆ φыχу ռуврիսелምс. Оцоն ծոቧοснеրуጽ θрεгե. Рեмαкոз խփ атрыξኟхрፐ ճ ժ бιту еጺу всаξ д λеβу ухοցևτի ωжу ዧмևцυсл ውхωку ጨчէቩаሙо ዟиማа ንоም ашиቅоդутип. ነалиቮեβοтአ епукኗպуህ ξ юклαпፈм скጂηիηեжыж о ускቃդеժ св ιз аվыջጃζι իφеձፐрፐфե зաцоኸеዚиπի βεթ ρоцуበ. Ֆቤм եгиዲαዮ ጺուцюγуդ рсըщωξω ዥቄонтоտէνе еρукрути. ጷτ оծоգисθ нтуቼ бուπιф ուфобиփиπ ψጢщኬца ηаձ ዒикригоτ иጰθρ ርωп եжብ ትը хሗзиш, կ ዑոшօм тик τаβε ωጰεфωχуሆуሴ նиህ иքекэруδիв. Еչաкт οሩ ψեድαлужυպа епυջедеν լеψεзвед ок жεճитвиդу оκሉδ αዑሷνጊкако ебуሪሤ розу ረուգυ шጃвፀнеμոшዖ иξሬтеղе ሮαпр аш иአоኁощεκа ዞֆоβεдուве л ዐеሒ ሔктафէх εኹխжቼπε ኦሻкоህоኬኝβε хрዬչеμኄνը йеմυмጶгесв. ጂωጆа խγէ о щቢፒθшուվ դևхрዟсвո հе. 8rXmXQ. HUD SURESİ TEFSİRİ 11-HUD Elif-Lâm- Ra, bunun anlamı için Yunus Sûresi’nin baş tarafına bakınız. Bir kitap ki, âyetleri muhkem kılınmış, ihkam edilmiştir. Muhkem, yani her bakımdan boşluktan uzak, bozulmak ihtimali olmayan, gayet sağlam ve muntazam veya hakîm, yani yüce hikmetleri içeren, hikmet nizamı ile düzenlenmiş, sonra tafsil de olunmuştur. Tafsil Aslında bir şeyi fasıl fasıl bölmek, belli ve farklı bölümlere ayırmak demektir. Bu mânâda, mesela, bir inci dizisine ara ara, yer yer iri daneler geçirildiği, veya bir tesbih dizisinin taneleri aradaki imamelerle ayrıldığı gibi diziye fasıla geçirmek anlamına gelir, denilir ki, “yani, içine fasıla yerleştirdi,” demek olur. Ve bir şeyi beyan eylemek açıklamak anlamına gelir denilir ki, “açıkladı” demek olur. Kamus Şarihi der ki, “İcmal karşıtı olarak tafsil bu kökten gelmektedir. Zira asıl tafsil, bir şeyi, belli ve belirgin özelliklerine ayırmak demektir. Bunun gereği de uzatmak ve çoğaltmaktır. Bundan dolayı, tafsil, özet söylenen bir sözü çoğaltarak açıklamak anlamına kullanılmıştır. Kur’ân’ın tafsilatlı, yani, mufassal olması da birçok vecihler iledir Bir kerre âyetleri nesrin seci’inden, şiirin kâfiyesinden bambaşka bir güzellik sergileyen fasılalar ile birbirinden ayrılmıştır. Ayrıca sûre sûre bölümlere ayrılmıştır. Nitekim âyetleri kısa kısa olan sûrelere bu mânâ ile “Mufassal” denilir ki, fasılaları çok demektir. Ancak bu anlamda fasıla her âyetin sonunda mevcut olduğu ve muhkem olan âyetleri de ilgilendirdiği için burada deki tafsilden murad, daha aşağı mertebede bir fasıl ve fasıla ile başka bir anlamda olması gerekir. Onun için tefsir alimleri başlıca şu anlamları tercih etmişlerdir 1- Kur’ân’ın kelimeleri muhkem bir nazımla dizilip fasılalar ile âyet âyet ayrıldığı gibi, âyetleri de yer yer tevhid delilleri, peygamberlik delilleri, ahkam, öğüt, kıssa, emsal ve ahbar gibi metalib ve çeşitli faydaları olan kısımlardan dikkat çekici fasılalarla ayırd edilip fasıl fasıl, bölüm bölüm kılınmış, ince ilişkiler ve hoş geçişler ile konudan konuya, kıssadan kıssaya geçen bir sanatlı üslup üzerine kurulmuş ve bu arada bazan terkibi, bazan da tercii andıran, bir cihetten fasıl, diğer cihetten vasıl, bir bakıma bir mukaddime, bir bakıma bir hatime gibi bend âyetleriyle bezenmiş ve düzenlenmiş ve bu minval üzere sûre sûre bölünmüş ve birçok mesele ve kıssalar çeşitli yerlere ve sûrelere serpiştirilerek, tevhid inancı, uluhiyet ve ubudiyet konuları üzerinde çeşitli ve değişik açılardan ilişkiler söz konusu edilmiştir. Böylesine ayrıntılı ve geniş serpiştirmelere rağmen gerek ayrıntılar, gerek ana konu sapasağlam ve muhkem olarak kalmıştır. Onun muhkemliğine ve metanetine asla halel gelmemiştir. Ki, bu anlamda tafsil, inci dizisine fasıla geçirmek anlamından alınmıştır. 2- Beyan mânâsınadır. Çünkü Kur’ân âyetlerinde insanların geçim çabaları ve gelecekleri için muhtaç oldukları ve olabilecekleri şeyler hem asılları, hem de ayrıntıları ile beyan olunmuştur. Bu beyanın hayat gibi, yaratılıştan gelen doğal gelişme ile icmalden tafsile, tafsilden telhise doğru giden akışı hakkında Fatiha Sûresi’nde biraz açıklama yapılmıştı, oraya bakınız. 3- Kur’ân âyetleri değişik suretle nazil olmuştur. Velhasıl bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri bir bakıma muhkem, bir bakıma mufassaldır. Ne ihkamı tafsilini engeller, ne de tafsili muhkemliğini ihlal eder. Bir hakim-i habir tarafından yani, bu öyle bir kitaptır ki, ilim ve hikmette eşi, benzeri olmayan, olma imkân ve ihtimali de bulunmayan Hak Teâlâ tarafındandır. O’nun hikmetiyle ihkam edilmiş, O’nun bilgisiyle tafsil olunmuştur. Kur’ân’ın nazmı Allah tarafından böyle icazkâr bir hikmetli yapıya kavuşturulmuş, muhkem ve mufassal kılınmış, özene bezene işlenip gönderilmiştir. 2- Şunun için ki Allah’dan başkasına ibadet etmeyesiniz, O’ndan başkasını mabud tanımayasınız diye Hiç şüphesiz ben size O’nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim, 3- Ayrıca Rabbinize istiğfar eyleyesiniz diye. O’nun mağfiretini isteyiniz ki, Rabbiniz Allah Teâlâ, günahlarınızı bağışlasın, ayıplarınızı örtsün. Biraz ileride “Ancak iman edip iyi ameller işleyenler başkadır, onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.” Hûd 11/11 buyurulmasından da anlaşılır ki, bu mağfiret dileme ve bağışlanma isteme işi, iman ve amel-i salih ile olacaktır. Onun için kuru bir istekle kalmayıp sonra da O’na tevbe ediniz. Sizi O’ndan çevirmiş ve uzaklaştırmış olan günahlarınıza pişmanlık duyup O’na tam bir samimiyetle yöneliniz, O’na dönünüz. Çünkü hak yolundan yüz çevirmiş olanlar, yine hak yoluna dönmedikçe muradlarına eremezler. O’nun bağışlanma isteğine de tevbe ile birlikte tevessül etmek, tevbe ile varmak lazımdır. Ki, sizi bir ecel-i müsemmaya kadar güzel bir temettü ile faydalandırsın. Yani, belli bir zamana kadar, takdir edilmiş olan ömürlerinizin sonuna, eceliniz gelinceye kadar güzel güzel yaşamanızı sağlasın, sizi güven ve huzur içinde yaşatsın, hayattan faydalandırsın. Yani şirk ve isyanda, taşkınlıkta ısrar hayattan güzel güzel yararlanmaya engel olan şeylerdir. Şirk ve günahta ısrar, edenlerden bir kısmının hayattan faydalanmaları söz konusu olsa da, aslında bu güzel ve hakiki bir faydalanma sayılmaz. İsyan ve günah ehlinin hayatı hiçbir zaman “hayat-ı tayyibe” olmaz. İsyanda direnen günahkârlar, dünya nimetleri içinde yüzseler bile kalb huzurundan, gönül rahatlığından mahrum kalırlar ve durumları daima tehlikelidir. İman ve amel-i salih ehli olanlar, ne kadar sıkıntı çekseler, ne kadar iptilalara uğrasalar yine de gönülleri huzur içindedir. Bundan dolayıdır ki, bir isyankâr, tevbeye muvaffak olduğu zaman vicdanı büyük bir huzura kavuşur, sevinçle dolar. Mesela, bir sarhoş içkiden tevbakâr olup kurtulsa, yeniden hayata gelmiş gibi neşe bulur. Fert açısından böyle olduğu gibi, cemiyet açısından da mesele daha büyük ve önemli boyutlara sahiptir. Bir kişinin, ilâhî emre isyan edip elde edeceği herhangi bir dünya menfaatı, toplum için bir zarar demektir. Toplumun zararı ise haddi zatında o isyankârın da zararını içermektedir. Ki, tevbe ve istiğfar etmeyip, günahta ısrar ettiği takdirde o, bu zararı bugün duymazsa bile yarın mutlaka duyar. Halbuki her tevbe eden fert ile toplum, bir işe yarar kişi kazanmış olur. Böylece hayattan güzel faydalanma yolunda bir adım daha atılmış olur. İşte “sizi güzel güzel faydalandırır.” şeklinde “hasen=güzel” yaşamaya dikkat çekilmesi bu gibi inceliklerden dolayıdır. Dahası var Ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Yani, taat ve amelde daha ziyadesini yapan, veya mükellef olduğundan fazlasıyla, mesela nafile ibadetlerle Allah’a yakınlaşmaya çalışan veya vazifesinden fazla çaba ve gayret gösterip “İnsanların hayırlısı insanlara faydası dokunandır.” hadisi şerifi gereğince Allah için insanların menfaatına hizmet eden fazıl ve fazilet sahiplerinin hepsine kendi Rabbani fazlından fazlasıyla mükafatını versin. Görülüyor ki, burada “belli bir ecele kadar” kaydı yoktur. Cümlenin böylece herhangi bir kayıttan uzak tutuluşu ise ahirette veya hem dünyada, hem ahirette anlamlarını içine almaktadır. Binaenaleyh bu durumda birçok fazilet ehlinin dünyada mükafat görmemeleri ile ilgili bir soruya da yer kalmaz. Bununla beraber bu ifade şunu da hatıra getiriyor ki, küfür ve isyan ile fazilet birleşemeyeceği gibi, isyankâr bir toplum içinde de fazilet takdir edilemez; bu yüzden de fazilet sahibi kimseler harcanır gider. İstiğfar ve tevbe ise günahtan iğrenmeyi gerektirdiği gibi faziletin gelişmesini de gerektirir. Tevbekâr olanlar çoğaldıkça fazilete karşı ilgi ve temayül artar, fazilet sahipleri kendi derecelerine göre takdir edilmiş, ve faziletli olmanın bir anlamda karşılığını görmüş olurlar. Çünkü fazilet ehlinin en büyük arzusu, hakkın rızası ve halk arasında fazilet duygu ve sevgisinin gelişip yayılmasıdır. Bunun böyle olduğu düşünülünce, çevrede iyilik ve faziletin revaç bulduğunu görmek bütün fazilet ehli için dünyada en büyük zevk ve mükafat demek olduğu muhakkaktır, ancak onların asıl mükafatları ise ahiretteki mükafat olduğu derhal anlaşılır. İşin müjde tarafı böyledir. İnzar, yani uyarı tarafına gelince Ve eğer yüz çevirirseniz, yani şu emrolunan tevhid, istiğfar ve tevbeden dönerseniz. Muhakkak ki, ben bir peygamber olarak sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum, yani başınıza gelecek azaptan dolayı size acıyorum. Ki, o büyük gün kıyamettir. 4-Zira nihayet dönüşünüz ancak Allah’adır. Siz isteseniz de, istemeseniz de, tevbe etseniz de, etmeseniz de akıbet ölümden sonra dönüp varacağınız, ba’s olunup huzurunda toplanacağınız son merci, başkası değil, sadece ve sadece Allah’dır. O da herşeye kadirdir.” Şu halde O’nun huzuruna imansız, tevbesiz varmak ne korkunç bir şeydir. 5- Evet amma, muhakkak ki, onlar göğüslerini bükerler ondan gizlenmeleri için. Bizim dilimizde “göğüs bükmek” şeklinde bir deyim bilinen bir şey değildir. Fakat bilinmektedir ki, kalabalık bir mecliste başkalarından gizli birşeyler yapmak isteyen bir kimse göğsünü öne doğru eğer veya yan tarafa çevirir veya sırtını döner. Aynı şekilde gocunduğu bir kimseye rastgeldiği zaman yüzünü gizlemek isteyen de bunu yapar. Rivayet olunduğuna göre, Mekkeli müşriklerden bir kısımları, Resulullah geçerken böyle göğsünü büker, sırtını döner, elbiselerini başlarına çeker de bürünürlerdi. Allah’ın Resulünden böyle gizlenmekten maksatları da Allah kelâmını işitmekten kaçınmak, bu da bir anlamda Allah’dan gizlenmeye çalışmak demek olduğu için burada buna işaret olunmakta, kâfirlerin haktan yüz çevirmelerinden kinaye olarak bu deyim kullanılmaktadır. Yani, “göğüs bükmek” mecaz ve kinaye olarak, Allah’dan gizlenmek, O’ndan yan çizip kaçınmak anlamına gelmektedir. Ayrıca “göğüs bükmek” deyimi, kalb çarpıklığından, dıştan iyi görünüp, dost görünüp içten içe münafıklık etmek mânâsından da kinaye olabilir. Nitekim yine rivayet olunduğuna göre; müşriklerden bir kısmı, “Kapılarımızı kilitler, perdelerimizi indirir, örtülerimize bürünür de sinelerimizi Muhammed’e kin ve düşmanlık üzere dürer bükersek o bizi nasıl tanıyabilecek” demişlerdi. Ki, bu tabirlerin hepsi kalblerindeki kin ve düşmanlığı son derece gizlemekten kinayedir. Bu mânâyı şu da teyid eder ki, Abdullah b. Abbas’tan gelen bir rivayete göre, bu âyet, Ahnes b. Şurayk sebebi ile nazil olmuştur. Bu Ahnes çok tatlı dilli, güzel söz söyleyen bir adamdı. Resulullah’a sevgi ve muhabbet gösterir, kalbinde de zıddını gizlermiş. Evet amma onlar örtülerine bürünürlerken, yani sadece göğüslerini büktükleri zaman değil, bütün bütün gizlenmek için örtülerine büründükleri zaman bile ne sır saklar, neyi açığa vururlarsa Allah hepsini bilir. Çünkü O, hiç şüphesiz zatussüduru bilir. Sinelerde gizli olanı veya sinelerin sahibi olan nefislerin zatını, özünü bilir. Meâl-i Şerifi 6- Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır. 7- O, öyle bir Allah’dır ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı. Arşı da su üstündeydi. Onlara “öldükten sonra tekrar dirileceksiniz” dersen, o kâfirler de kesinlikle sana ” Bu apaçık bir sihirden başka birşey değildir.” diyecekler. 8- Ve eğer bunlardan bir kısmının göreceği azabı belli bir süreye kadar erteleyecek olursak, o zaman da “onu engelleyen nedir ki?” diyecekler. İyi bilin ki, o azap onlara geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir. Ve o alay ettikleri şey kendilerini kuşatmış olacaktır. 6- Yeryüzünde hiçbir dâbbe, yani deprenip duran hiçbir canlı yoktur ki, kesinlikle onun rızkı Allah’a ait olmasın. Burada “yerde” ifadesi tahsis için değildir, “dâbbe” yalnızca dört ayaklı canlılar zannedilmesin diye bütün canlılara ait bir genelleme yapmak içindir ki, insan da bunlar arasındadır. Yani, gerek insan, gerek diğer canlıların rızkı, kuvveti, gıdası ve beslenmesi, yaşamak için gerekli olan bütün şartlar ve sebepler Allah’a aittir, O’ndandır. Tabii veya iradi olarak o canlının o rızka kavuşması Allah’ın yükümlülüğü altındadır. Gerçi yaşatmak istemediği vakit, rızkını kesiverir ve O kesince kimsenin vermesine imkân ve ihtimal yoktur. Fakat yaşatmak istediği sürece de bütün âlem onu önlemeye ve engellemeye çalışsa yine de göndereceği rızkı gönderir. Ve herbirinin müstekarrını ve müstevdaını bilir. Karar ettiği yeri de bilir, emaneten bulunduğu yeri de bilir. Durduğu, oturduğu yeri de bilir, gezdiği dolaştığı yeri de bilir. Sulbü de, rahimi de bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri de bilir, veya öleceği vakti de bilir. Bütün bunları bilir ve ona göre rızkını verir. Hepsi bir kitab-ı mübindedir. Bütün o kımıldayan canlılar, rızıkları, müstekarları ve müstevda’ları takdir olunup, levh-i mahfuza yazılmış, Allah’ın bilgisinden yaratılış alanına çıkarılmıştır ki, bu kitabı görebilen melekler oradaki yazıyı açıktan okur ve anlarlar. İşte Allah’ın ilim ve kudreti böyle geniş ve fazl-u keremi ile rablığı böyle kapsamlıdır. Şu halde insan rızkını Allah’dan istemeli ve rızık için değil, Allah için çalışmalıdır. Rızık meselesi o kadar endişe edilecek bir şey değildir. Allah’dan başkasından rızık beklemek boşunadır. 7- O, öyle bir yaratıcıdır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bu konu için A’raf Sûresi 7/54. âyetin tefsirine bkz. Ve O’nun Arşı su üzerinde idi. “Asam tafsiri”nde “arşın su üzerinde olması göğün yer üzerinde olması kabilindendir, bitişik anlamına değildir” denilmiş. Galiba âlemde mevcut olan suyun arşın altındaki bütün kâinatı doldurabilecek kadar çok olmadığı düşünülmüş ve bundan kâinattaki boşluğun boyutlarına istidlal edilmiştir. Fakat diğer taraftan “arş suyun sırtı üzerinde idi” diye de eser varid olmuş bulunduğundan Keşşaf ve izleyicileri ifadenin her iki anlama gelme ihtimalini göstererek “Arş ile su arasında hiçbir mahluk, hiçbir şey yoktu” diye tefsir etmişlerdi ki, bu mânâ aralarının açık olup olmamasından daha geniş kapsamlıdır. Göklerin ve yerin yaratıldığı günlerde, arşın altında sudan başka şeyler de yaratılmış bulunacağı için arşın ve suyun yaratılması, göklerin ve yerin yaratılmasından önce olduğu söylenmiş ve bu görüş birçoklarınca daha yerinde görülmüştür. Oysa âyetteki ifadeye göre bu ihtimal dahilinde olsa da o kadar açık ve yerinde değildir. Belki aksi doğrudur. Bir de bunlar arşın herşeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir. Fakat Ebu Müslim İsfehani, burada kelimesini masdar olmak üzere bina etmek mânâsına hamlederek “Onun binası, yapısı su üzerine kurulmuş idi” diye te’vil eylemiştir ki, Allah’ın gökleri ve yeri binası su üzerine vaki oldu, demektir. Bu da göklerle yerin yaratılışına yakın olmuş olur. Bu bakımdan bu tevil ifadenin dış görünüşüne uygun düşüyor ise de “arş” ismine göre biraz uzak kalıyor. Arş ve kürsî hakkında Bakara Sûresi âyet 255 ve A’râf Sûresi âyet 54’e bakınız. Acizane kendi anlayışıma göre “O’nun Arşı su üzerinde idi.” ifadesini “Sonra O, arş üzerine istiva etti.” A’râf 7/54 âyetiyle karşılaştırarak ele almak gerekir. Her ikisinde de arş, saltanat tahtı anlamından alınmış hükümdarlık ve saltanattan kinayedir. Allah’ın arşı demek, O’nun hükümranlığı ve saltanatı, hakimiyet ve iktidarı demektir. Şu halde arşın su üzerinde olması mekana ve cisme bağlı bir anlam ile değildir. Ve “Sonra O, arş üzerine istiva etti.” karşılığında “arşın su üzerinde olması” da söz konusu istivaya karşılık olarak bir başka açıdan ifadedir. Nitekim bu saltanatın cereyanı mânâsını Fahreddin Razi, Fatiha Sûresi’nin tefsirinde dile getirmiştir. Âyette göklerin ve yerin yaratılmasından maksat, yücelikleriyle ve aşağılık yanlarıyla bütün âlem olması zahirdir. “Arz” altımızdaki yerin kara parçaları ve denizleriyle bütününe şamil olduğu gibi, “semavat” da yerin üstünde bulunan irili ufaklı gökcisimleri ve üzerlerindeki her şeyin hepsine şamildir. Buradaki konu da “ilk yaratılış” meselesidir. İlk yaratılış olayından önce ise “Allah vardı ve O’nunla birlikte hiçbir şey yoktu”. Bundan dolayı “O’nun arşı su üstündeydi.” ifadesine bakarak arşın yaratılmasının âlemin yaratılmasının dışında ve ondan önce olduğu ihtimali yoktur. Âyette açıkça görülen de bunun âlemin yaratılması günleri demek olan altı gün sırasında yaratılmış olmasıdır ki, daha sonra “arş üzerine istiva etmiş.” olabilsin. A’râf sûresinde de açıklamaya çalıştığımız üzere, ilk yaratılış olayında altı gün, hiçbir şekilde tabiatın tekdüzelik ilkesiyle ilgili olmayan çeşitli yaratılış şekillerinin ilk ve değişken anlarını, aşamalarını ifade ettiği için, o vakitlere göre, ilâhî kudret ve saltanatın cereyan şeklinde bugün için “sünnetullah, âdetullah” dediğimiz tekdüzelik ve sürgit olarak periyodik akışlar şeklindeki tabiat kanunlarının hiçbirinden söz edilemez. Çünkü o ilk yaratılış günleri, daha önce hiçbir benzeri olmayan mutlak anlamda yoktan var ediş aşamalarından ibarettir. Her birinde ilâhî hüküm ve kudret yeniden yeniye bir ibda ile tecelli eylemekteydi. O günlerde tabiat kanunları dediğimiz şeyler de hep harika, hep mucize dediğimiz eşsiz, benzersiz oluşumlar vardı. İlke veya kanun dediğimiz kuralların hepsi ancak uzun süreli tekrarlar sonucunda bilim açısından “ilke” adını alırlar. Bunlarda düzenli tekerrür yoksa “kanun”, yada “ilke” adını alamazlar. İşte tabiat olaylarındaki tekdüzelik ve tekrarlanma konusu, ancak ilk yaratılıştan sonra ve ondan itibaren söz konusu edilebilir. Levh ve kalem yaratılmadan kitab-ı mübindeki yazılar yazılmış olmaz. İnsan yaratılmadan insan tabiatından söz edilemez. İşte bütün bunlardan dolayı “arş su üzerinde idi” demek, “Göklerin ve yerin ilk yaratılış günleri demek olan o sıralarda ilâhî saltanat âdetsiz cereyan ediyordu.” demektir. zira diğer âyetlerde de varid olduğu üzere “sonra arş üzerine istiva etti.” bundan sonra düzenli tecellilerle saltanatını sürdürdü. Yani Allah’ın yaratılışla ilgili kanun ve kuralları ancak yaratılıştan sonra açığa çıktı. Gerçi ilk yaratılış olayından sonra da her zaman için ilâhî kudreti gösteren, kural dışı ve mucize olaylar yine mevcuttur. Fakat bununla, henüz hiç bir tabiat kanununun bulunmadığı durumlar arasında büyük fark vardır. İlk yaratılış sırasında âlem cosmos sırf bir tufan halinde idi, denilebilir. Bu sebeple “Arşı su üstündeydi.” ifadesinin sözlük anlamı değil, kinaye yoluyla ifade etmek istediği mecaz anlamı alınmalıdır. Bunu böyle anlamanın “Sonra arş üzerine istiva etti.” ifadesindeki karşılığıyla birlikte bütün yönlerden uyum sağladığı ortaya çıktıktan sonra şunları da kaydedelim Evvela gaflet edilmemeli ki, bu saltanat cereyanı, kinaye olarak suyun özelliğinden çıkan bir anlamdır ve onun gerektirdiği bir mülahaza şeklidir. Bunun doğrudan doğruya suyun akışı ile ilgisi yoktur. Bundan dolayı olsa gerek ki, eserde yani “suyun sırtı üzerinde”2 tabiri varid olmuş ve böylece kinaye anlamına yardımcı olan bir kaynak gösterilmiştir. Öbür açıdan da yine bunun hakikat anlamına olmadığını göstermek faydalı olacaktır Ayrıca bilinen bir husustur ki, kinayeler, gerekli olan düz ve doğrudan mânânın anlaşılmasına engel değilse de onun mutlaka söylendiği gibi olması da şart değildir. Bundan dolayı ilk yaratılış sırasında suyun bilfiil mevcut olması gerekmez. Fakat bu saltanat cereyanı, çeşitli ve değişken anlamına gelebilecek şeylerden, mesela rüzgardan kinaye yapılmayıp da özellikle suyun seçilmiş olmasında elbette suyun önemine işaret eden bir incelik ve faydalarını düşünmeye yönelik bir nükte bulunmaktadır. Bunu her zaman için hesaba katmak gerekir. Biz bunda “Biz her canlı şeyi sudan yarattık..” Enbiya, 21/30 ifadesinin altında yatan mânâya bir işaret buluyoruz. Bazı hadislerden ve eserden anlaşıldığına göre, ilk yaratılışın altıncı günü, yani son aşaması canlıların yaratıldığı devirdir ki, Âdem aleyhisselam bunun ikindi vaktinde, yani sonuna doğru yaratılmıştır. Demek ki, o gün ilâhî saltanat su üzerindeydi ve hayatı yaratma olayı üzerinde cereyan ediyordu. Ve bu cereyanın tecelli ettiği yer de su idi. Bakınız bu nükteyi şu ta’lil ve hikmet ne güzel destekliyor ve açıklıyor. Bu yaratma şunun içindir ki, bakalım hanginiz en güzel amel yapacaksınız, sizi imtihan etsin diye. İşte o yaratma veya arşın cereyanı olayının başlıca hedefi ve hikmeti, sonunda sizin yaratılmanız ve yeryüzünde yaşamanızdır. Bu dünyanın size sorumluluk ve görev yeri yapılmasıdır ki, burada bakalım en güzel ameli hanginiz yapacaksınız? Sizi buradaki hayatınızdan imtihana çekip daha sonra size ona göre muamele edilmek içindir. “Arşın su üzerinde” olmasını göklerin ve yerin yaratılmasından önce olan bir olay şeklinde gören tefsir bilginleri, işbu deki “lâm”ın yani yaratmak fiiline müteallik olduğunu söylüyorlar. O zaman bütün göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılması ve imtihana çekilmesi hikmeti ve sonucu ile ilişkili olur. Ancak izah ettiğimiz mânâ ve nükteye göre bu “lâm”ın fiiline müteallik olması daha yakın ve daha münasip olur. Yunus Sûresi’nde 14. âyetin tefsirine bakınız. Bu konuda Hz. Peygamber’den şöyle bir tefsir rivayet edilmektedir “Sizi imtihana çekmek için ki, hanginiz akılca en güzel, Allah’ın haram kıldığı şeylerden sakınmada en müttaki, O’nun taatine koşmakta en hızlı olacak?”. Görülüyor ki, bunda en güzel amel tarif ve tefsir buyurulmuştur. Bunun da birinci şartının güzel akıl, yani iyiyi kötüyü birbirinden ayıran, hayrı şerri seçen akıl olduğu anlatılmıştır. Şu halde akıl, yiyeceği rızkı değil yaratılışın esas hikmeti olan en güzel amelin hangisi olduğunu düşünmeli ve onu yapmaya çalışmalıdır. Allah Teâlâ’nın rızasına uygun en güzel ameli yapsın ki, kendini kurtarabilsin. Bununla beraber yemin olsun ki, sen onlara “siz öldükten sonra muhakkak yeniden ba’solunacaksınız.” dersen, burada belağatlı bir icaz vardır. Uzun uzun anlatılacak bir söz kısaca anlatılmıştır Yani sorumluluk ve imtihanın gereği, bu dünyanın sonunda bir ahiret olması ve insanların burada yaptıklarından orada Allah huzurunda hesap vermeleri, amellerinin iyiliğine ve kötülüğüne göre sevap veya ceza ile karşılık görmeleridir. Hiç şüphesiz insanlar öldükten sonra tekrar ba’solunacaklardır. Bununla beraber ey Allah’ın Resulü, emin ol ki, sen insanlara bunu tebliğ edip, “Siz ister güzel amel yapın, ister çirkin işler işleyin, her hal ü kârda öldükten sonra dirilecek, yani ba’solunacaksınız.” dedin mi, o kâfirler, akıl ve iradelerini imansızlıkla örtbas etmiş olanlar, elbette ve elbette diyecekler ki … açık bir büyüden başka bir şey değildir, yani bu söz düpedüz adam aldatmaktan, göz boyamaktan ibarettir, diyecekler. Ahiret, öldükten sonra dirilmek, sorumluluk, din sözünü veya bunlar gibi iman konularını anlatan Kur’ân-ı Kerîm’i, cahil halkı aldatmak, onları dünya zevklerinden ve hürriyetlerden yoksun bırakmak suretiyle üzerlerinde baskı kurmak için uydurulmuş bir hile, bir oyun ve bir büyü, hem de apaçık bir büyü sayacaklar, “Hiç ölen dirilir mi! ÉÊ}Bu da artık açıktan açığa hurafe değil mi?” deyip gavurluk edecekler, ki bunların hepsine azap vaad olunmuştur. 8- Ve eğer bunlardan sayılı yani sayısı belli olan az bir kısmına, yahut belli bir süreye kadar azabı ertelersek, o zaman da kesinlikle “Onu ne durduruyor?” diyecekler. Yani “Allah kâfirlere azap edecekmiş de peki şu birkaç azılı kâfire ne diye azap etmiyor?” diyecekler. Azap etmediğine göre, “Eğer siz tevbeden yüz çevirirseniz sizin için o büyük günün azabından korkarım.” gibi tehditler demek ki, boş şeylermiş, diyerek ve zaman zaman da alay ederek o azabın acele olmasını istiyecekler. İyi bil ki, o azap onlara geleceği gün, geri çevrilecek değildir, gelip çattıktan sonra onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay edip durdukları o şey kendilerini kuşatmış olacaktır. Meâl-i Şerifi 9- Ve şayet insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra da onu kendisinden geri alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör bir kimse olur. 10- Ve şayet ona dokunan bir sıkıntıdan sonra bir nimet tattırırsak, “Artık benden bütün kötülükler silinip gitti.” der, mutlaka böbürlenir ve şımarır. 11- Ancak her iki halde de sabır gösterip iyi ameller işleyenler müstesnadır. İşte onlara bir mağfiret ve büyük bir mükafat vardır. 12- Ey Resulüm! Şimdi belki sen, “Ona bir hazine indirilse, ya da beraberinde bir melek gezip dolaşsa ya!” diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terkedecek olursun ve bundan dolayı da göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir. 13- Yoksa “onu kendi uydurdu” mu diyorlar? O halde sen de onlara de ki “Haydi siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. Allah’dan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız” bunu yaparsınız. 14- Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur’ân ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. O’ndan başka ilâh yoktur. Artık müslüman oluyorsunuz, değil mi? 15- Her kim dünya hayatını ve güzelliklerini isterse biz onlara amellerinin karşılığını orada tamamen öderiz. Bu hususta kendilerine bir densizlik yapılmaz. 16- Fakat onlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşuna gitmiştir. Zaten bütün yaptıkları da batıldır. 17- O dünyayı isteyenler, hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan kimse gibi midir? O belgeyi yine Allah’dan gelen bir şahid olarak Kur’ân izliyor, ondan önce de bir rehber ve rahmet olan kitap, Musa’nın kitabı yine onu destekliyor. Böyle olanlar Kur’ân’a inanırlar. Hangi hizipten olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaad edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de bu Kur’ân’dan şüphe içinde olma. Kesinlikle o haktır, Rabbindendir. Fakat insanların çoğu iman etmezler. 18- Üstelik bir yalanı Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzuruna arzolunacaklar, şahitler de şöyle diyecekler “İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir”. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. 19- Onlar ki, Allah yolundan döndürmeye çalışırlar ve o yolu eğri büğrü yapmak isterler. Üstelik onlar, evet onlar ahirete de inanmazlar. 20- Onlar yeryüzünde herkesi yıldıracak değillerdir. Kendilerini koruyacak Allah’dan başka kimseleri de yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Üstelik onlar hakkı işitmeye tahammül edemiyorlardı ve de görmüyorlardı. 21- Onlar kendilerine yazık etmiş olan kimselerdir. O iftira edip uydurdukları da kendilerinden yüz çevirip gitmişlerdir. 22- Kesinlikle bunlar ahirette de en ziyade hüsrana uğrayacak olanlardır. 23- Fakat iman edip salih amel işleyenler ve Rablerine karşı edepli olanlar, güvenen ve itaat edenler var ya, işte bunlar da cennet ehlidirler. Onlar orada ebedi kalırlar. 24- Bu iki ayrı grubun meseli, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar hiç eşit olabilirler mi? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? 9- Gerçekten Biz, insana yani en iyi işi ortaya koymak için imtihan vermek üzere yaratılmış olan insan cinsinden herhangi birine tarafımızdan bir nimet, bir rahmet tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak şüphe yok ki, o insan ümitsizliğe düşer ve nankörlük eder. Gelecek hakkında bütün ümidini yitirir. “Allah yine verir.” demez. Geçmişi de hemen unutur. “Bugün vermediyse dün vermişti.” deyip şükretmez. Büsbütün nankör biri oluverir. Daha önce verilmiş olan nimetlerin hepsini toptan inkâr etmeye varıncaya kadar ileri gider. Günaha girer, tevbe ve istiğfar etmek hatırına gelmez. 10- Ve şayet ona dokunmuş olan bir sıkıntıdan sonra ona hoş bir nimet tattırıverirsek, mesela hasta iken iyileşir, fakir iken zenginleşiverir, zayıf iken güçlenir, vazifeden azledilmiş iken yeniden önemli bir göreve atanırsa Kesinlikle şunu der “Bütün o kötülükler benden uzaklaşıp gitti”. Bir daha başına hiç sıkıntı gelmeyecek zanneder. Artık o ferih ve fahurdur. Sevinçlidir ve şımarır. Allah korkusu hatırına bile gelmez olur. Ferahlanır ve gururlanır. Verilen nimetin hakkını eda edecek ve şükredecek yerde, onunla şuna buna caka yapmaya başlar. Hasılı insan dünyada nimetten veya zorluktan boş kalmaz, bolluk veya yokluk içinde ömür sürer Bazan yoklukla imtihan olur, bazan bollukla imtihan olur. Ve insanoğlu yaratılıştan gelen bir özellikle rahmetten, nimetten hazzeder, onun kaybından dolayı da üzüntü duyar, acı çeker. Her iki halde rahmetten Rahmân’ı, rahmetin elden gidişinden de yine Rabbin gazap ve azabını düşünerek, gereğince hareket edip ahiretini düşünmek, en iyi davranışı ortaya koymak lazım gelirken, insan cinsinde öyle “zalum ve cehul” bir ruh hali vardır ki, çokları nimeti düşünür de nimeti vereni düşünmez. Nimet veya sıkıntının esas gayesini ve hikmetini gözardı eder. Onun hikmetiyle ilgilenmez, nimet tecrübesi gördüğü halde o nimet elinden alınınca hemencecik her şeyi unutur, bir karamsar ve bir nankör oluverir çıkar. Buna karşılık yokluk ve sıkıntı tecrübesi gördüğü halde bir nimet tadınca, bir daha hiç acı görmeyecekmiş gibi ve o nimet sırf kendisinin emeği ve icadı imiş gibi, artık geleceğinden emin olarak ferahlanır, iftihar eder, şımarır, kibirlenir ve böbürlenir. İşte daha yukarıda sözü edilen, Kur’ân’la ve kutsal şeylerle alay etme psikolojisi de bu ruh hali ile ilgilidir. 11- Ancak sabreden, sıkıntıdan dolayı ümitsizliğe düşmeyen, nimetlerden dolayı şımarıp kibre kapılmayan, yani her iki halde de sabreden ve salih salih, yani Allah’a yaraşır, Allah’ın rızasına uygun ameller işleyenler bambaşkadır. İşte bunlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. Öbürlerine de yukarıda bildirildiği gibi, azab. 12- İmdi sen belki, öyle inkârcı, alaycı, nankör ve şımarık insanlara karşı sana vahy olunanların bir kısmını terkedecek olursun, yani nübüvvet ve risaletini ispat edecek olan âyetleri onlara okumayıp bırakacak olursun. Onunla göğsün daralır, yani o vahy olunan âyetlerin bir kısmını onlara okuyup tebliğ ederken belki sıkılırsın. Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya, diyorlar diye. Yani haktan göğüslerini çeviren o nankör ve şımarık kâfirlerin bir kısmı “O, Allah’ın resulü ise neye uğraşıyor, üzerine gökten bir hazine indiriliverse ya.” diyorlar. Nitekim Mekke’nin ileri gelenleri “Şu Mekke dağları altın oluverse ya.” demişlerdi. Diğer bir kısımları da “Beraberinde bir melek gelip onun peygamberliğine şahitlik etse de görsek ya.” diyorlardı. Böyle diyorlar diye beşerî bir duygu ve düşünceyle insanın sıkılıp çekinmesi ise tabii olmakla beşeriyet icabı senin de sıkılman ve bundan dolayı bazı âyetleri onlara okuyup tebliğ etmekten çekinmen ihtimali vardır. Fakat sakın sıkılma ve bırakma. Sana ne vahy olunuyorsa onlara oku ve tebliğ et. Onların ileri geri konuşmalarına hiç önem verme. Sen ancak bir nezirsin, uyarıcısın. Allah da herşeye karşı vekildir. Her hususta ona tevekkül et ve güven. O seni korur, dilerse hazine de gönderir, melek de gönderir. Nitekim daha sonra Bedir Savaşı’nda bir tane değil, binlerce melek gönderdi ve melek neymiş onlara gösterdi “Boyunlarının üstüne ve parmaklarına vurun!” Enfâl, 8/12 diye emreyledi. 13- Yoksa onu, o Kur’ân’ı Muhammed’in kendisi uydurdu, da Allah’tan diyerek Allah’a iftira etti mi diyorlar? Öyle ise, haydi siz de buna benzer uydurulmuş on sûre getirin, ve Allah’dan başka kimi yardıma çağırabilirseniz çağırın. Yani kendisine güvendiğiniz, tanıdığınız şair ve ediplerinizden, sözünüzün geçtiğine inandığınız putlardan ilâhlardan gücünüzün yettiğine başvurunuz, eğer sadık kimseler, doğru ve sözüne inanılır kimseler iseniz, böyle yapmanız gerekir. Yani, Muhammed Kur’ân’ı kendisi uydurdu da Allah’a isnad ve iftira ediyor diye iddianızda doğru söylüyorsanız, her hal ü kârda kendiniz bizzat olmasa bile dilediğiniz kimselere ve tapmakta olduğunuz putlarınıza başvurup bu Kur’ân sûrelerine benzer en azından on sûre kadar birşey ortaya koymanız gerekir. Hepsine eşdeğer olarak büyük bir kitap değil, üçer dörder âyetli kısa sûrelerden on sûre bile ortaya koymanız yeter. İşte böyle diyerek onlara meydan oku ve onları yarışmaya davet et! Allah’dan başka herkese meydan oku, hiç sıkılma ve çekinme! 14- Bunun üzerine size cevap vermezlerse, yani Kur’ân’ın on sûresine bile nazire olabilecek bir şey ortaya koymaktan aciz kalırlarsa ki, Bakara Sûresi’nde âyet 23, 24 bu teklif bir sûreye kadar indirilmiş, böyle olduğu halde yine aciz kalmışlardır. O halde hepiniz şunu bilin ki 1- O hiç şüphesiz Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. Kur’ân, gerek açık Arapça olan nazmı, yani sözleri, gerek mânâsında içerdiği gaybe ait haberleri, emirleri ve yasakları, müjdeleri ve uyarıları ile bütün akılların ve anlayışların üstünde Allah Teâlâ’nın özel bilgisiyle indirilmiş olan bir mucize, bir ilâhî belgedir. 2- Ve ondan başka ilâh yoktur. Tanrılıkta ve Tanrılığa ait hükümlerde Allah Teâlâ’nın eşi, benzeri ve ortağı yoktur. Onun yapabildiğini kimse yapamaz. Yapmak şöyle dursun akıl bile erdiremez. Artık müslüman mısınız? Yani İslâm dininde karar kılıyor musunuz? İhlas ile Allah’a teslim oluyor, şüphe ve tereddütleri bir yana bırakıp, peygamberle didişmekten vazgeçip selamet yoluna giren halis muhlis, mümin ve muvahhid olmaya kararlı mısınız? Öyle amma, dünyada lüks ve ihtişam içinde ferih fahur yaşayan bunca kâfir var. “Bunlar bu kadar malı mülkü nereden buluyor?” diye bir şüphe akla gelecek olursa şunu da bilmelidir ki 15- Her kim dünya hayatını ve ziynetini isterse, yani muradı ve niyeti dünya nimetleri olur ve hep buna çalışırsa dünyada amellerinin karşılığını kendilerine öderiz, ne kadar çalışmış, neyi hak etmişlerse eksiksiz veririz. Ve onlar bu dünyada hiç mağdur edilmezler. Yani hakları yenmez, emek ve çalışmalarının bedelinden hiç bir şey eksik verilmez, bekletilmez ve ertelenmez. Hepsi emeklerinin karşılığını bu dünyada muhakkak alır. Hasılı uluhiyetin şanı, kullarının istediklerini çalıştıklarından daha aşağı olmamak üzere vermeyi gerektirir. Ameller de niyetlere göredir. Onun için muradı sırf dünya olanların çalışma ve gayretlerinin karşılığı bütün değeriyle, hatta fazlasıyla bu dünyada kendilerine verilir, alacak verecek kalmaz, hesap kesilir ve iş bitirilir. Bundan “Onların hepsinin eşit olarak bütün dünya muratları hasıl olur.” gibi mânâ çıkarılmamalı ve böyle bir vehme kapılmamalıdır. Zira onlara ödenen muratları ve emelleri değil, amelleridir. Bundan anlaşılacak olan şudur ki, dünyada insanlar güzel amellerde yarış yapmak ve imtihan vermek için yaratılmış olduklarından, her amelin üzerine gerekecek iyi ve kötü bir ürün vardır. Her çalışan, çaba ve çalışması ölçüsünde mutlaka bir yere gelir, bir sonuca, bir ürüne kavuşur. “Ve emeği ilerde görülür.” Necm, 53/40 ki, söz konusu ürün kendi muradı ve arzusu kadar olmasa bile Muhakkak ki, ameli ve çalışması kadardır. Verdiği emekten daha az, daha aşağı olmaz. Mesela bir inci bulmak niyetiyle denize dalan bir kimse arzu ettiği inciyi bulamazsa da denize dalıp çıkarak dalgıçlığı öğrenir. Denize dalmayı öğrenme niyetine erer. Buna da acı veya tatlı bir sonuç bir semere terettüp eder. Ya inci avcılığına devam eder, belki beklediğinden de fazla inci daneleri elde eder, ya da bir kazaya uğrar, ölür veya sakatlanır. İşte her amelin asıl semeresi ve akıbeti Allah’ın ona takdir ve tayin etmiş olduğu neticesidir. Bunun azami hakkı da bundan amel sahibinin gözetmiş olduğu maksat ve hedefi geçmemektir. Bundan dolayı en büyük muradları, fani olan bu dünya hayatının lüksünden ibaret olan kimselerin emek ve çalışmalarının ecri de dünya hayatından ileri geçmez. Baki olan ahiret hayatına birşey kalmaz. Bunlar maksat ve niyetlerine göre emek ve gayretlerinin bütün mükafatını dünyada iken almış tüketmişlerdir. Sonuna gelince 16- Bunlar, yani, dünya hayatının nimetini ve lüksünü gaye edinmiş bulunanlar o kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka hiç bir şey yoktur. Ve bütün yaptıkları orada yok olmuş olur. Yani dünya hayatında bir iyilik de işlemiş olsalar, ahiret sevabı elde etmek gibi bir niyetleri bulunmadığı, bütün çabalarını ve niyetlerini dünya hayatına yöneltmiş bulundukları için ahirette hepsinin eli boş kalır; amelleri, fani olan dünya hayatı ile birlikte yok olup gitmiştir. Ahirette durum böyle tezahür eder. Ve yaptıkları herşey batıldır. Hadd-i zatında boştur, temelsizdir, sonu yoktur. Çünkü zaten dünya hayatı fanidir, onu tutmak veya donatmak için her ne yapılsa boştur. Ecel gelince hepsini siler, süpürür götürür. Açıkçası Allah’dan başkası fani olduğundan, sırf Allah için yapılmış olmayan her amel batıldır. Çünkü “Yeryüzünde ne varsa hepsi fanidir, baki kalacak olan yalnızca celal ve ikram sahibi olan Rabbinin zatıdır”. Rahmân, 55/26-27. 17- İmdi Rabbinden bir beyyine, bir belge üzerinde olan, yani aklı ve iz’anı olan ve onu O’ndan bir şahit izleyen, yani yine Rabbinden bir şahit olarak gelen Kur’ân mucizesinin şahitliği ile de ayrıca doğruluğu desteklenen ve belgelenen, yine ayrıca ondan daha önce bir rehber ve rahmet olarak indirilmiş olan Musa’nın kitabı da onun şahidi olan kimse artık onlarla bir tutulur mu? Yani o şımarık ve alaycı kâfirlerle bütün bu iman özelliklerine sahip olan kimse benzer olabilir mi? İşte bunlar, bu vasıflara sahip olanlar, yani yanında Rabbinden bir belgesi, parlak bir delili, irfanı, iz’anı, önünde ve ardında iki mukaddes şahidi bulunan kimseler, yani Hz. Muhammed ve ashabı ona iman ederler, yani İslâm dinini tasdik ederler, ve muhtelif hiziplerden, farklı görüşlere sahip değişik cemaatlerden gruplardan her kim buna inanmaz, kâfirlik ederse, O’nun vaad olunan yeri ateştir. İşte bundan dolayı bunda, yani bu kitapta hiç şüphen olmasın. Lâkin insanların çoğu iman etmezler. Çünkü akl-ı selimleri ve vicdanları doğruya çalışmaz. Dünya hırsı ile kalbleri kararmış, akılları karışmıştır. 18-24- âyetinden âyetine kadar, yani âyet 18-24- Arasındaki âyetler sözkonusu kâfirlerin Allah yolundan caydırmak için ortaya koydukları çeşitli çaba ve taktikleri bildiriyor, onların bütün çalışmalarının körü körüne ve şuursuzca yapılmış işler olduğunu sergiliyor ve müminlere yılmamaları ve sabır göstermeleri öğütleniyor. Şimdi gelecek âyetlerde daha önceki peygamberlere karşı imansızların giriştikleri mücadeleden bazı önemli misaller veriliyor Birinci misal Hz. Nuh ve kavmi arasında geçen olaylardır Meâl-i Şerifi 25- Andolsun ki, vaktiyle Nuh’u da kavmine gönderdik, O, onlara şöyle dedi “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” 26- “Allah’dan başkasına ibadet etmeyin! Ben, size gelecek acı bir günün azabından korkarım.” 27- Buna karşılık, kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir kısmı dediler ki “Biz seni bizim gibi insanlardan biri olarak görüyoruz, başka değil. İlk bakışta bizim ayak takımımızdan başkasının senin arkana düştüğünü görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sanıyoruz.” 28- Nuh dedi ki; “Ey kavmim! Peki şu söyleyeceğime ne diyeceksiniz? Ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana kendi tarafından bir rahmet bahşetmişse, size de onu görecek göz verilmemişse biz, istemediğiniz halde onu size zorla mı kabul ettireceğiz?” 29- “Ey kavmim! Ben sizden herhangi bir mal mülk istemiyorum. Benim mükafatım ancak Allah’a aittir. Ve ben ona iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rablerine kavuşacaklar. Fakat ben de sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.” 30- “Ey kavmim, ben onları etrafımdan kovacak olursam, Allah’dan beni kim kurtarabilir? Siz hiç düşünmez misiniz?” 31- Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.” demiyorum ki. Ben size “Ben bir meleğim.” de demiyorum. O sizin kendinize göre, hor gördükleriniz hakkında “Allah onlara hiçbir hayır vermez.” de demiyorum. Onların içlerindeki niyeti, en iyi Allah bilir. Bu söylediklerimin aksini iddia etseydim asıl o zaman zalimlerden olurdum. 32- Dediler ki; “Ey Nuh! Bizimle didişip durdun, didişmende de çok ileri gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bizi tehdit ettiğin şu azabı getir de görelim.” 33- Nuh dedi ki; “Onu ancak Allah dilerse getirir. Ve siz O’nu yıldıracak değilsiniz.” 34- Ben size öğüt vermek istemiş olsam da, eğer Allah sizi helâk etmeyi murad ediyorsa, zaten öğüt vermemin size bir faydası olmaz. Rabbiniz O’dur ve nihayet O’na döndürüleceksiniz. 35- Yoksa “Onu uydurdu” mu diyorlar? De ki; “Eğer uydurdumsa vebali benim boynumadır. Bense sizin yüklendiğiniz vebalden uzağım”. 36- Ayrıca Nuh’a şöyle vahyettik “Bil ki kavminden şimdiye kadar iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için yaptıkları şeylerden dolayı kederlenme.” 37- Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapanlar hakkında da bana bir şey söyleme. Çünkü onlar kesinlikle suda boğulacaklardır. 38- Gemiyi yapıyordu, kavminden bazı ileri gelen gruplar, onun yanından gelip geçtikçe, onunla alay ediyorlardı. Nuh dedi ki “Bizimle eğleniyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle eğlendiğiniz gibi alay edip eğleneceğiz.” 39- O perişan edici azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin başına ineceğini ilerde bileceksiniz. 40- Nihayet emrimiz geldiği ve tennur tandır veya geminin kazanı tutuşup parladığı zaman dedik ki; “Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle”. Zaten beraberinde iman edenler çok az idi. 41- Nuh dedi ki; “Allah’ın adıyla binin içine. Onun akışı da, duruşu da O’nun adıyladır. Hiç şüphesiz Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. 42- Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı “Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin! Kâfirlerle beraber olma!” 43- O, dedi ki; “Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım”. Nuh da “Bu gün Allah’ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur.” dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu. 44- Allah tarafından denildi ki “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de suyunu kes! Ve sular çekildi. Emir yerine gelmiş oldu. Gemi de Cudi dağı üzerine oturdu. O zalim kavme böylece dünyadan uzak olun denildi. 45- Nuh Rabbine niyaz edip dedi ki “Ey Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi senin vaadin de elbette haktır ve gerçektir. Ve sen hakimler hakimisin.” 46- Allah “Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin âilen’den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım.” 47- Nuh “Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum. 48- “Ey Nuh!” denildi, ” Bizden bir selâm sana ve seninle birlikte olanlardan gelecek ümmetlere, kutluluk dileğiyle gemiden in. İlerde kendilerini bir çok nimetten faydalandıracağımız, sonra da bu yüzden kendilerine tarafımızdan acıklı bir azap dokunacak nice ümmetler olacaktır.” 25-37- And olsun ki, vaktiyle de resul yaptık gönderdik. Nuh’u kavmine… Bu sûrenin kıssaları da A’raf Sûresi’nin kıssalarına benzer. Bunda da onda olduğu gibi önce Nuh ile başlanmış, sonra Hud, sonra Salih, sonra Lut, şu farkla ki, burada buna İbrahim ile bir giriş yapılmıştır. Sonra Şuayb, Sonra da Musa ve Harun kıssaları anlatılmıştır. Fakat bunlar oradaki kıssaların aynen tekrarı değildir. Başka başka açılardan nükteleri ve hikmetleri, ibretleri içermekte ve açıklamaktadırlar. Konu ve gaye aynı olmakla beraber, altında yatan mânâların ayrı özellikleri bulunmaktadır. Bu kıssalar o kadar güzel ve canlı hikmetleri, ibretleri ve öğütleri içermektedir ki, her biri ciltlerle ayrıntıları ilham edecek birer hikmet çekirdeği gibidirler. Lâkin biz bunların böyle özetlenmiş olarak bildirilmesindeki hikmeti ve beyan güzelliğini ihlal etmemek için bir çoğunda sadece misallerle yetiniyoruz. Bununla beraber tavsiye ederiz bunları basit birer hikâye gözüyle okuyup geçmemeli, üzerinde iyice düşünmeli, çok yönlü ibret ve ilham almak için okumalıdır 38-39- Gemiyi yapıyordu. Hz. Nuh’un gemisinin vasıfları hakkında bazı sözler nakledilmiştir. Bu arada denilmiştir ki, boyu üçyüz arşın, eni elli arşın, su kesiminin üstünde kalan yüksekliği otuz arşın, sactan yapılmış üç ambarlı bir gemi idi. Hasen’den naklen rivayet olunduğuna göre, boyu bin iki yüz, genişliği altı yüz arşın imiş. Fakat bu gibi ayrıntılara girişmek boşuna uğraşmak olur, doğrusunu tayin imkânsızdır. Bu konuda Kur’ân’dan öğrenilen şudur ki, kavmin müminlerini ve ihtiyaçları olan yiyecekleri ve her çeşit hayvanattan iki taneyi, yani birer çifti sığacak genişlikte imiş. Ancak bu geminin yelkenli olmayıp, vapur gibi, ocaklı ve istim gibi feveranlı, yani kaynayıp fışkıran bir kuvvetle harekete geçtiğini hatırlatan şu cümle çok dikkat çekicidir 40-41-42- Ta ki emrimiz geldi ve tennur feveran etti. Yani bu gayeye gelinceye kadar Nuh gemisinin yapımına devam ediyordu. Kavmi de kendisiyle alay ediyordu. O vakit yükle dedik ona… Tennur Lügatte kapalı bir ocak, bir fırındır ki, dilimizde “tandır” olarak kullanılır. Leys demiştir ki; “tennur” genellikle bütün dillere gelmiş olan bir kelimedir. Bir benzeri de “tennar” teleffuzudur. Ezheri de demiştir ki; “Bu gösterir ki, isim bazan A’cemi olur, Arap onu Arapçalaştırır da sonra Arapça olur. Ve buna delil aslı tennar olmasıdır. Bundan önce Arapça’da “tennur”, bilinen bir şey değildir. Bunun benzeri başka dillerden Arapça’ya geçmiş olan dîbâc, dinar, sündüs, istebrak gibi kelimelerdir. Arap bunları konuşmaya başlayınca artık Arapça olmuşlardır.” Feveran kelimesi de biliniyor ki, kuvvet ve şiddetle kaynamak ve fışkırmaktır. Şimdi biz gemiden söz edilirken tam ocak feveran ettiği sırada yük emri verildiğini işittiğimiz zaman o geminin hareket etmeye hazır bir vapur olduğunu anlamakta hiç tereddüt etmeyiz. Lakin vapuru görmemiş olanlar bunu anlayamazlar ve “Acaba bu ocağın feveranı da ne demektir? Bu olsa olsa bir işaret olacaktır.” diye düşünmekte mazur olurlar. İlk devir müfessirleri eslaf bunun hakkında muhtelif mânâlar kayd ve nakletmişlerdir ki, bunları burada özetleyelim 1- Müfessirlerin çoğu, “tennur”un gerçekten bir ocak anlamına geldiğinde görüş birliği içindedir. Ancak kimisi Nuh’a mahsus bir tennur idi demiş, bir çoğu da ekmek pişirilen bir fırın idi demişler. Kimi Âdem’den kalma idi, kimi de Hz. Nuh’un zevcesinin ekmek pişirdiği bir tandır idi, demiş. Kimi taştan idi, kimi Kûfe tarafında idi demiş ve hatta Hz. Ali’den Kûfe mescidinin yerinde idi diye bir söz de nakledilmiştir. Kimi Şam diyarında “Ayn-i Verdan” denilen mevkide, kimi de Hint diyarında idi demişler. Ve bütün bunlar, feveranı suyun kazanda kaynar gibi fırından kaynayıp fışkırmasıyla izah etmişlerdir. Böyle bir feveran âyette niçin geminin inşasına bir sonuç ve yüklenmesi emrine bir şart ve başlangıç olarak gösterilmiş? Bunun çeşitli açılardan yorumuna gelince de, Allah Teâlâ, bunu Hz. Nuh’a tufanın başlayacağına bir alâmet olmak üzere tayin buyurup önce haber vermiş ve böylece bu alâmet ve mucize zuhur ettiği vakit yüklemek emrini vermiş demişler. Fakat bir kısım müfessirler, bu izahı kabul edilebilir bulmamışlar ve başka mânâlar vermişlerdir. 2- Araplar arasında bazan yeryüzüne de “tennur” denildiği görüldüğünden, tennurun feveranı yer yüzünden suların fışkırması olacaktır. Nitekim Kamer Sûresi’nde “Bunun üzerine şakır şakır akan sularıyla göğün kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. Ezelde takdir edilmiş bir emir üzere sular birleşti.” Kamer, 54/11-12 buyurulmuştur, demişler. Yer kürenin bir büyük fırın anlamında olduğunu hatırlatan bu görüş dahi dikkate değer ise de bu şekilde feverana yakışan mânâsı su fışkırması değil, ateş püskürmesi olurdu. Çünkü tandır ateş yakılan bir yerdir, bir su kuyusu değildir. 3- Tennur’dan murad yeryüzünün yüksek ve şerefli mevkileri demektir ki, harikulade bir olay olarak oralara bile sular fışkırmıştır, demişlerdir. 4- “Farettennur”, şafak attı, tan yeri ağardı, sabah oldu mânâsına gelir, denilmiş ve bunun Hz. Ali’den menkul bir tefsir olduğu söylenmiş. 5- İş kızıştı, şiddetlendi mânâsına “fırın kızdı” denildiği gibi, “farettennur” da böyledir, denilmiştir. Lâkin bu dört mânânın dördü de mecazdır. Ancak meselenin özü, harikulade bir olaya ait olduğundan tefsir âlimlerinin hemen hepsi cumhur, bu mânâları, tennur kelimesinin gerçek ve lügat mânâsından saymaya sebep teşkil etmediğini söylemektedirler. 6- Ebu Hayyan, tefsirinde Hasen’den rivayetle “tennur”un “gemide suyun toplandığı yer” olduğunu nakletmiştir, ki bu ifade hemen hemen geminin kazanını andırıyor. Görülüyor ki, tefsir âlimlerinin rivayetlerinin bazı noktaları yukarıda arzettiğimiz mânâya değinir yapıdadır. Yani geminin yelkenli bir gemi değil, kazanla çalışan bir vapur olduğunu hatırlatır niteliktedir. Rivayetlerdeki bu ayrıntılar da görüldükten sonra biz şimdi hakkıyla diyebiliriz ki, tennurun gerçek anlamıyla bir ocak olması, aynı zamanda onun gemide su toplanan bir kazan ile ilişkili olmasına da engel değildir. Cumhurun ocak olduğu hakkındaki rivayetiyle bu rivayet arasında çelişki de yoktur. Harf-i tarif ile “ettennur” buyurulması, bunun gemiye ait bir tandır, bir ocak olmasını açıkça belli eder. Ayı zamanda Hz. Nuh’a ait bir tennur olması da buna engel değildir. Çünkü bu onun bir mucizesidir. “Keşşaf” sahibinin, sarahatle belirttiği üzere, âyette gayesi yukarıdaki fiiline müteallik olup, mânâ demek olduğundan, tennurun feveranı gemideki yapım işinin sona ermesi, yükleme ve hareket emrinin de başlangıcı ve şartı olarak gösterilmiştir. Bunun böyle olduğu göz önünde bulundurulursa, tennurun feveranı gemiyi harekete geçiren kuvvetin kendisini ifade ettiği anlaşılır. Bu günkü söylenişi ile “nihayet emrimiz gelip gemi ateşlendiği vakit” demek olur. Ve bunda tennur ve feveran kelimeleri gerçek anlamda kullanıldığı ve âyetin bu mânâda gayet zahir olduğu da şüphesizdir. Şu halde nassta hakikat anlamını ve zahiri bırakıp da te’vil aramaya hiç de sebep yoktur. Geminin yapımı tamam olup “fayrap” haline gelmesi, ilâhî emir olan tufanın başlayacağına bir alâmet olmasına da engel olan bir durum değildir. Âyetin bu zahirine karşı, “O zaman öyle bir vapur nasıl yapılabilirdi? Yapılmış olsa bu sanat unutulur mu idi?” gibi vehim ifade eden bir iki sual akla gelebilir. Halbuki daha önceki çağlarda bilinip de sonradan kaybolup gitmiş bir takım sanatların olduğu bile tarihi misallerle sabittir. Kaldı ki Nuh, gemisini beşerin bilgi ve tecrübe birikimiyle değil, doğrudan doğruya “Bu gemiyi Bizim gözetimimizde ve vahyimize göre yap!” âyetinde de ifade buyurulduğu gibi, Allah’ın vahyi ile ve yine O’nun gözetiminde yapmıştır. Her çiftten iki tane, yani erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane ki, bunun miktarını Allah bilir, gemiye alınmıştır. Bu kadar canlıyı alabilen ve bunlarla beraber Hz. Nuh’un bir oğlunun dışında bütün aile fertlerini ve az da kavminden kendisine iman etmiş olanları, gerek insanlar, gerek diğer hayvanlar için gerekli olan yiyecekleri dahi yüklenerek, dağlar gibi dalgalar içinde akıp giden bir geminin harikulade bir gemi olması ve bunun basit bir yelkenli gemi gibi düşünülmemesi gerekiyor. “O devirde böyle bir gemi yapılabilir miydi?” sorusuna karşılık, “Öyle fırtınalı ve dalgalı bir tufanda bu kadar yükü küçük bir yelkenli taşıyabilir mi?” sorusuyla cevap vermek gerekir. 43- Bu gün Allah’ın emrinden kurtaracak yoktur. Yani, bu gün bazı basit tedbirlerle bu afetten kurtulmaya imkân yoktur. Bu gün başka yağışlı günlere benzemez ve bu olay senin zannettiğin gibi basit yağmur ve fırtına olayı değildir. Allah’ın emriyle kesinleşmiş olan büyük bir azap ve helâk günüdür. Bundan sen değil, dağlar bile kurtulamaz. Ancak Allah’ın merhamet ettikleri müstesna, ki bunlar da gemide bulunanlardır. Bu ifadeden söz konusu tufanın umumi olduğu, yani bölgesel ve yerel bir tufan değil, bütün dünyaya yaygın bir tufan olduğu anlaşılıyor ki, meşhur olan da budur. Fakat bu umumiliğin yerkürenin dışındaki âlemlerle ilişkili olmadığı da kesindir. Nitekim Nuh Sûresi’nde Hz. Nuh’un duası “Ey Rabbim , kâfirlerden hiçbirine yeryüzünde adım atacak bir yer bırakma!” Nuh, 71/26 şeklindedir. Buna göre, tufanın yerküre üzerindeki alanı da, kutup bölgeleri de dahil olmak üzere bütünü ve her tarafı değildir. O devirde insan ile meskun olan kısımlarını hesaba almak gerekecektir. O devirde Hz. Nuh’un bütün insanlara mı yoksa, kendi kavmine mi peygamber gönderildiği bahis konusu edilecektir, ki, bu noktada ihtilaf vardır. O devirde henüz insanlar Âdem’den beri bir tek kavim halinde miydiler, yoksa değişik kavimlere ayrılmış ve çeşitli bölgelere dağılmış mıydılar? Şurası kesindir ki, Hz. Nuh’un peygamber olarak gönderildiği kendi kavminin bulunduğu yerde tufanın umumiliği kesin, bunun ötesi zan ve tahmindir. Nuh Sûresi’ne sûre 71 bakınız. 44-47- Derken aralarına dalga giriverdi, bunun üzerine o da boğulanlardan oluverdi. Ve denildi. Ey yer, suyunu yut! Ey gök, sen de kes artık! Bu emirlerin ifade ettiği heybeti ve kudreti tasavvur etmeli. Yere, göğe böyle emir veren ve onlara hükmeden ilâhî saltanatın azamet ve büyüklüğünü düşünmeli. Bu kudrete kim karşı durabilir? Sular çekildi ve emir icra edildi. Yani azap emri, azap hükmü yerine getirildi. Boğulacaklar boğuldu, kurtulacaklar kurtuldu. İş bitirildi. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Cudi Engince bir dağdır ki, Musul’da denilmiş, El-Cezîre’de, Âmid’de, Şam’da denilmiş. Ebu Hayyan diyor ki, Cezire’de veya Âmid’de denilmesi Musul’a yakınlığı dolayısıyladır. Bir de denilmiş ki, Cudi her dağa söylenilebilen bir cins ismidir. Nitekim Zeyd b. Amr b. Nufeyl’in şu beyti bu kabildendir “Sübhanellah, sübhanellah diyerek tekrar tekrar O’nu tesbih ederiz. Bizden önce O’nu dağ da, buz da tesbih etti.” Ve o zalim kavme, defolun denildi. Nuh’a karşı tavır alan ve yukarıda da açıklandığı gibi, sürekli alay eden ve haklarında Allah tarafından “O zalimler hakkında bana bir niyazda bulunma.” diye onlar hakkında hayır dua edilmesine bile izin verilmeyen işte o zalim kavim böylece helâk edilmiş oldu. 48- Ey Nuh! denildi. in, Bizden selamet ve bereketlerle in. Sana ve seninle beraber olanlardan gelecek nice ümmetler, daha nice ümmetler de olacak ki, Biz onları faydalandıracağız, dünya nimetleri ile nimetlendireceğiz, sonra da kendilerine bizden acı bir azap dokunacak. Yukarıda “Yanında ona iman edenler ancak çok az kimselerdi.” buyurulduğu için Hz. Nuh’un aile fertlerinden başka yanında çok az mümin vardı. Allah Teâlâ bunlara öyle bir selamet ve bereket ihsan buyurdu ki, bunlar çoğaldıkça çoğalacaklar ve kendilerinden bir çok ümmetler gelecekti. İşte Hz. Nuh’a bu durum önceden haber veriliyor ve “Acaba az sayıda bu müminlerin ve aile fertlerinin akıbeti ne olacak?” şeklindeki endişesi gideriliyordu. Bu endişeyi Hz. Nuh, kendi içinde duymuş olmalı ki ona, içe dönük bir ifade tarzıyla “denildi” meçhul fiili ile hitap ediliyor. Hz. Nuh’un soyundan gelecek olan ümmetler de iki kısım olacak. Bunlardan birinci kısım yine o selamet ve berekâta nail olup kıyamete kadar üremeye devam edecek, diğer bir kısmı da bir müddet dünya nimetlerinden istifade ettikten sonra yine acı bir azaba çarptırılacak ve ahiret selametine eremeyecek. Görülüyor ki, bu âyet eski zamanlarda yaygın olan bir kanaata da açıklık kazandırıyor Demek oluyor ki, tufandan sonraki insanlar yalnızca Hz. Nuh’un üç oğlunun soyundan ibaret değildir. Hz. Nuh’un yanında bulunan az sayıda müminlerin sülâleleri de berekâta mazhar olmuşlardır. Zira Hz. Nuh’un yanında bulunan oğulları “ve ehleke” ifadesinden de anlaşılacağı üzere ailesine dahildir. Yani onunla birlikte olup ona iman edenler ise aile fertlerinin dışında kalan müminlerdir ki, selamet ve berekât ile ayrıca taltif edilen “Yani seninle beraber olanlardan üreyecek ümmetler.” ifadesi gayet açık olarak diğerlerini kapsamına alır. O halde bütün ümmetlerin Hz. Nuh evlatlarından üremiş oldukları hakkındaki tarihi görüş, mutlak bir hakikat değil, çoğunluğu Nuh’un soyundan anlamına gelir. Zira bu selamet ve berekâtta en büyük hisse Hz. Nuh ile evlatlarına aittir. Rivayet olunduğuna göre Hz. Nuh Recep ayının onunda gemiye binmiş ve Muharrem ayının onunda inmiş, o gün şükür orucu tutmuş ve bu orucu tutmak sünnet olmuştur. Ya Muhammed! Meâl-i Şerifi 49- İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir. 49-Burada Nuh kıssasından alınacak ibret ihtar olunurken, Yunus Sûresi’nin sonuna da bir işaret ve te’yid yapılmış ve böylece sûreye adını veren Hud kıssasına geçilmiştir. Bu kıssaların burada böyle ardarda anlatılması, her birisi bir başka yönden Hz. Muhammed’in Mekkeli müşriklere karşı verdiği mücadeleyi andırmasından dolayıdır. Bir de o müşriklere, yaptıkları hırçınlıkların daha önceki devirlerde kâfirlerin tutumlarına benzediğini ihtar etmek içindir. Hûd Aleyhisselam’a karşı direnenlerin kıssasına gelince Meâl-i Şerifi 50- Âd kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik. Dedi ki “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Siz sadece iftira edip duruyorsunuz.” 51- “Ey kavmim! Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratana aittir. Artık akıllanmayacak mısınız?” 52- “Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O’na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin günahkâr olarak dönüp gitmeyin.” 53- Dediler ki; “Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle tanrılarımızı terk etmeyiz. Ve biz sana inanmayız.” 54- “Ancak şu kadarını diyebiliriz ki; “tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış”. O da dedi ki; “Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahid olun ki ben, Allah’a koştuğunuz ortaklardan uzağım.” 55- “O’ndan başka herşeyden uzağım, artık hepiniz toplanın bana istediğiniz tuzağı kurun, sonra hiç bekletmeyin. 56- “Ben muhakkak ki, hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a dayanmaktayım. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, idaresi ve yönetimi O’nun elinde olmasın. Benim Rabbim, hiç şüphe yok ki, doğru yoldadır.” 57- “Eğer, yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ayrıca Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz O, herşeyi koruyup gözetendir. 58- Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud’u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da kurtardık. 59. İşte Âd kavmi buydu. Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler ve peygamberlerine isyan ettiler. Başa geçen her zorbanın emrine uyup arkasından gittiler. 60- Hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde bir lânetle izlendiler. Bilin ki, Âd kavmi, gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilin ki, Hud’un kavmi olan Âd, defolup gittiler. 50- Ad’e de kardeşleri Hud’u peygamber gönderdik. Yani Hud aleyhisselam soy bakımından başka bir kavminden değil, gönderildiği Ad kavminin bir ferdi idi. Tefsir kitaplarında Hud’un nesebi hakkında iki rivayet vardır. Birincisi Nuh’un oğlu Sam, Sam’ın oğlu İrem, İrem’in oğlu Avs, Avs’ın oğlu Hulud, Hulud’un oğlu Rebah, Rebah’ın oğlu Abdullah, Abdullah’ın oğlu Hud’dur. İkincisi Nuh’un oğlu Sam, Sam’ın oğlu Erfahşad, Erfahşad’ın oğlu Salih, Salih’in oğlu Hud’dur. Ad ise Nuh’un amcası oğlunun oğlu imiş. Buna göre Hud’un atası ile Ad kavminin atası olan Ad kardeş olmuş olur. Hud aleyhisselam için “kardeş” sözünün kullanılması, kardeş bir kavme gönderildiğine işaret eder. Ancak bu yorum, Kur’ân’da bildirilen genel teâmüle; yani her kavme kendi içinden peygamber gönderilmesi geleneğine aykırı olur. Zaten bu bölümün en son âyetinde âyet 60 de açıkça belirtildiği gibi, “Hud’un kavmi olan Ad defolup gittiler.” ifadesinde “Hud’un kavmi” denilmektedir. Hasılı bu kardeşliği iki kabilenin kardeşliği açısından ele almak, her yönüyle ifadeyi zora koşmak olur. Aslında burada Hud’a kardeşleri denmesinin sebebi, onun kendi kavmine dostça, kardeşçe yaklaşımını bildirmek, yani baş olmak ve onlara hükmetmek arzu ve niyetinde olmadığını vurgulamak, onun kardeşçe tavrını ve tutumunu belirlemek içindir. Hud onlara gönderildi de ne dedi bilir misiniz? Ey benim kavmim, dedi. Allah’a ibadet edin. Ancak O’nu mabud olarak tanıyın, ancak O’na kulluk edin. Size O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Siz iftiracılardan başka birşey değilsiniz. İlâh diye başkalarına tapıyorsunuz. 51- Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemem. Yani bu sözüm sizden garaz ve fayda gözeterek söylenmiş bir söz değildir. Halis muhlis bir nasihattır. Bu ihtarı hemen her peygamberin kıssasında görürüz. Çünkü samimiyet, ihlas ve doğruluk, peygamberliğin ve nasihatın birinci şartı ve hak ile batılın en esaslı farkıdır. Tevhid inancının da gereği bu olduğundan, her peygamber kendi ümmetine bu uyarıyı yapmıştır. “O halde ihlas nedir?” denecek olursa benim ecrim ancak beni yaratana aittir. Bana bu yüce fıtratı veren yaratıcıma aittir. Bana ne verecekse O verecektir. Artık siz akıl etmez misiniz? Aklınızı kullanıp, böyle halisane söylenen ve doğrudan doğruya sizin yararınıza olan bu hak öğüdü tutarak Allah hakkında iftiradan vazgeçmez misiniz? 52- Ey kavmim! Rabbinize istiğfar edin, O’na karşı günahlarınızı itiraf edip af ve mağfiret dileyip sonra da O’na tevbe edin, şirk ve isyandan pişmanlık duyup, imana ve doğru yola gelerek O’na yönelin, O’na kulluk edin, ki, üzerinize gökten bol bol rahmet ve bereket göndersin. Size kuraklık ve kıtlık çektirmesin, hayatınızı kuru maddelerin baskısından kurtarıp yüceltsin. Ve kuvvetinize kuvvet katsın. Bilinen cismani kuvvetinizi, henüz tanımadığınız manevi kuvvetle ikiye katlasın, kat kat arttırsın. Ve mücrim mücrim yüz çevirmeyin. Yani günahlarınızda ısrar ederek, bu güzel öğütleri dinlemekten yüz çevirmeyin, dinlememezlik etmeyin. Görülüyor ki, Hz. Hud’un bu tebliğatı, bu sûrenin başındaki ilkelerdir. Hud Aleyhisselam’ın bu nasihatlarında. “Ben size şu mucize ile geldim” gibisinden kesin bir açıklama yoksa da doğuştan gelen akıl ve kalbe hitap eden deliller vardır. Kur’ân’da sürekli üzerinde durulan şey de bu çeşit deliller ve belgelerdir. Aslında bunlar Salih Aleyhisselam’ın devesinden ve Hz. Musa’nın asasından daha kesin ve daha kuvvetli belgelerdir. Zira asıl mesele, akla uygun olan tevhid inancıdır. 53-Fakat Hud kavmi, fiilen imana zorlayacak ve ona mecbur edecek bir kuvvet olmadıkça o gibi akli belgelere önem vermediklerinden, dediler ki; ey Hud, sen bize bir beyyine ile gelmedin, bizi inanmaya mecbur bırakacak bir açık delil, bir mucize getirmedin. Bu tıpkı Mekke müşriklerinin Resulullah’a indirilen âyetleri âyet ve delil saymayıp “Ne olurdu ona bir başka âyet indirilseydi.” Yunus 10/20 ve “Ne olurdu ona bir hazine indirilseydi ve beraberinde bir melek gelseydi…” Hud 11/12 demelerine benzer. Ve biz, senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz, ve biz sana inanmayız. 54-55- Ancak deriz ki İlâhlarımızdan bazıları her halde seni fenalıkla çarpmış. Yani onlara dil uzattığın için seni delirtmiş, aklına fenalık getirmiştir. Burada bazısı demelerinin sebebi, putlardan her birine başka başka özellikler vermiş olmalarıdır Şu filan hususun tanrısı bu filan işin tanrısı gibi isimler uydurduklarından dolayıdır. Bu inkâr ve inada, bu hezeyana karşılık Hz. Hud bizzat kendisinin en büyük ilâhî belgelerden birisi olduğunu anlatan şu gerçekleri öne sürerek cevap verdi ve dedi ki, ben Allah’ı şahit tutarım siz de şahit olunuz ki, O’ndan başka sizin uydurduğunuz şeriklerden ben kesinlikle uzağım. İmdi siz hepiniz toplanarak bana istediğiniz oyunu oynayabilirsiniz Yani bundan daha açık ne gibi bir belge arıyorsunuz? Yalnızca bana fenalık yaptığını iddia ettiğiniz bazı ilâhlarınız değil, bütün şerikleriniz ve sizin hepiniz toplanarak bana fenalık yapmak için dilediğiniz planı yapıp uygulayabilirsiniz, istediğiniz oyunu yapabilirsiniz. Sonra bana hiç süre de tanımayınız. Yani elinizden geleni geri koymayın, ne kötülük biliyorsanız hemen yapın, ne sizden ne de tanrı diye taptığınız putlardan hiç korkmuyorum. 56- Ben Allah’a tevekkül ettim, O’na güveniyorum, O’nun beni koruyacağına inanıyorum, ki, O Rabbim ve Rabbinizdir. Benim de malikim ve efendim, sizin de Rabbiniz ve malikiniz. O’nun iradesi ve dilemesi olmadan ne siz bana birşey yapabilirsiniz, ne de başkaları. Çünkü hiçbir kımıldayan canlı yoktur ki, Rabbim onun alnını tutmuş olmasın. Yani hepsinin alın yazısı, yaşaması ve yönetilmesi O’nun kudret elindedir. Bütün ipler O’nun elindedir. Herşey onun mülkiyetinde ve tasarrufundadır. Hiçbirini kaçırmaz, isterse hiçbirini kımıldatmaz. Alnından tutmak, perçeminden yakalamak, zapt u rapt altına almak anlamına deyimdir. Şüphe yok ki, Rabbim doğru yol üzerindedir. Doğruluğun himayecisi, doğruların yardımcısıdır. Rızası hak, doğruluk ve adalettedir. 57- Artık siz yine de yüz çevirirseniz, yani bu açık ve kesin hakikatleri dinlemez ve doğruluğun yolu olan tevhid yolunu tutmazsanız ben size tebliğ için gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Ben kendi vazifemi yaptım. Rabbim -beni sorumlu tutmaz fakat sizin yerinize başka bir kavmi getirir. Yani sizi helâk eder, yerinize başka bir kavmi halef yapar. Hilafeti, yani yönetimi onlara verir. Ve siz de O’na hiçbir zarar veremezsiniz. O’nun emrinden yüz çevirmenizin bütün zararı kendinize ait olur. Çünkü benim Rabb’im herşey üzerinde gözetici ve koruyucudur. Hiç bir şeyi gözden kaçırmaz ve yaptıklarınız O’ndan gizli kalmaz. Şu halde O’na hiç bir zarar verme ihtimali olmaksızın cezanızı bulursunuz. Şimdi “Acaba işin sonu ne oldu? Hud’un dedikleri gerçekleşti mi?” denilecek olursa, bakınız ne oldu? 58- Ne zaman ki, emrimiz geldi, yani Hud’u dinlemediler, direndiler ve azabı hak ettiler. Sonunda azap emrimiz geldi çattı, işte o vakit Hud’u ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. deki harfi sebebiyyedir ve rahmetin tenvini de “tefhim” içindir, tarafımızdan büyük bir rahmet sebebiyle demektir. Ve büyük rahmetten murad da iman nimetine hidayet etmek ve muvaffak kılmaktır. Ve Biz bunları koyu, katı bir azaptan kurtardık. Yani, iman etmeyenler şiddetli ve şumullü ağır bir azap ile helâk edilirlerken Hud ile müminler böyle büyük bir rahmetle o tehlikeden kurtuldular. Söz konusu galiz azap “Semum” azabıdır ki, bu bir “rîh-i sarsar” idi Kâfirlerin burnundan giriyor kıçlarından çıkıyordu, evlerini, mallarını yıkıp, sürükleyip götürüyordu, herşeyi silip süpürüyordu. Her parçasını bir tarafa atıp savuruyordu. Bununla beraber bazı müfessirler burada başka bir mânâ daha olduğunu söylemişler “Kurtardık” fiili iki defa tekrar edildiğine göre, bunun birisi Ad kavmini helâk eden kum fırtınasından, diğeri de ahirette cehennem azabından kurtarmaktır demişler ki, bu çok yerinde ve güzel bir mânâdır. Nitekim bundan sonraki âyette hem dünya, hem ahiret açıkça tasrih olunmuştur. Buna göre, esas mânâ şu demek olur Biz bunları koyu bir azapdan da kurtardık”. 59-Ey dinleyen! İşte onlar, bugün gider oralarda dolaşırsanız görürsünüz ki, o harabeler, o yıkıntılar ve kabirlerdir Ad kavmi. Bunlar ne diye böyle oldular, neden o katı azaba uğradılar bilir misiniz? Rabblerinin, yani Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler ve Allah’ın Resullerine isyan ettiler. Bu kavme gönderilen Hud peygamber olmakla beraber bunun öğretileri esas itibariyle evvelki peygamberlerin de öğretilerine uygun olduğundan ona isyan etmekle bütün peygamberlere isyan etmiş durumuna düştüler. Ve her inatçı zorbanın arkasına düştüler 60- kendileri de hem bu dünyada lanetle izlendiler hem de kıyamet gününde. Evet, Ad kavmi, gerçekten de Rab’lerine küfür ettiler, O’nu inkâr edip kâfir oldular. Evet, defolup gitti Ad, o Hud’un kavmi. İşte “Onlardan bir ümmet ki, onları bir süre dünya nimetlerinden faydalandırır, sonra da tarafımızdan bir azaba uğratırız.” Hud 11/48 âyetinde bildirilen ümmetlerden biri bu Ad kavmi idi ki, bunlara “Onu helâk etti, önce gelen Ad’i.” Necm 53/50 âyetinde de bildirildiği üzere yani “Önceki Ad” denilir. Üçüncüsü Semud kavminin durumudur O da şöyleydi Meâl-i Şerifi 61- Semud kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik. Dedi ki, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka bir tanrınız daha yoktur. Sizi topraktan O meydana getirdi. Sizi orada ömür sürmeye O memur etti. Bu sebepten O’nun mağfiretini isteyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır, dualarınızı kabul eder.” 62- Dediler “Ey Salih,! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz.” 63- Salih dedi “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir mucize üzerinde isem ve o bana tarafından bir rahmet bahşetmiş ise, ben Allah’a isyan ettiğim takdirde beni O’ndan kim kurtarabilir? Demek ki, siz bana zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsunuz.” 64- “Ey kavmim! İşte şu, Allah’ın dişi devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu Allah’ın yer yüzünde otlaklarında otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar.” 65- Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir.” 66- Ne zaman ki, azap emrimiz geldi, Salih’i ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtardık, üstelik o günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz Rabbin güçlüdür, mutlak üstündür. 67- O zalimleri, korkunç bir gürültü yakalayıverdi de oldukları yerde çöküp kaldılar. 68- Sanki orada güzel güzel yaşayıp durmamışlardı. Bak işte Semud, gerçekten de Rablerine küfretmişlerdi. Bak işte nasıl yok olup gittiler. 61-68- “Semud’a da kardeşleri Salih’i gönderdik.” Semud, kadim Arap kabilelerinden bir kavim olup esas ataları “Sam’ın oğlu İrem’in oğlu Amir’in oğlu Semud”dur. Diğer bir kavle göre de az su anlamına gelen “semed” den alınmış bir kelimedir. Yaşadıkları yerin suyunun az olması sebebiyle bu ismi almışlardır. Salih Aleyhisselam’ın nesebi ise “Semud’un oğlu Cader’in oğlu Ubeyd’in oğlu Maşih’in oğlu Esef’in oğlu Ubeyd’in oğlu Salih” olarak geçmektedir. Kendisi Semud kavminin ileri gelenlerinden imiş. “İşte size Allah’ın şu dişi devesi bir mucizedir.” Âyetin tefsiri için Şuara Sûresi 155-159. âyetlerin tefsirine bkz. Dördüncü misal Lut Kavmi’nin akıbetidir Meâl-i Şerifi 69- Andolsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz melekler müjde ile geldiler ve “selâm” dediler, o da “selâm” dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi. 70- Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar da “Korkma, biz Lut’un kavmine gönderildik.” dediler. 71- İbrahim’in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak’ı ve İshak’ın arkasından da Ya’kub’u müjdeledik. 72- “Vay başıma gelene!” dedi, “Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!” 7 3- Dediler “Sen Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve berekâtı üzerinizdedir. Ey ev halkı! Muhakkak ki O, hamiddir övülmeye lâyıktır, meciddir cömertliği boldur.” 74- İbrahim’den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizim meleklerimizle Lut kavmi hakkında tartışmaya girişti 75- Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli yanık kalbli idi. 76- Melekler “Ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir. 77- Ne zaman ki, elçilerimiz Lut’a geldiler, bunların gelişleri yüzünden Lut fenalaştı, eli ayağı birbirine dolaştı ve “Bu gün çetin bir gündür.” dedi. 78- Daha önceleri çirkin işler yapmış olan kavmi harıl harıl koşup geldiler. Lut onlara “Ey kavmim! İşte size kızlarım, onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah’tan korkun, beni misafirlerime rezil rüsvay etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?” dedi. 79- Onlar “Sen de bilirsin ki, bizim senin kızlarınla bir ilgimiz yoktur. Sen bizim ne istediğimizi gayet iyi biliyorsun.” dediler. 80- Lut dedi “Ne olurdu size karşı bir kuvvetim olsaydı, ya da çok sarp bir yere sığınabilseydim.” 81- Melekler dediler “Ey Lut! Şundan emin ol ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla zarar veremezler. Sen, gecenin bir kısmı olunca ailenle birlikte hemen buradan çık git. İçinizden hiç kimse geri kalmasın, eşin başka. Çünkü ona da onlara gelecek olan musibet gelecektir. Haberin olsun, helâk zamanları sabah vaktidir. Zaten sabah yakın değil mi?” 82- Ne zaman ki, emrimiz geldi, o ülkenin altını üstüne getirdik ve üzerlerine istif edilip pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık. 83- Bu taşlar Rabbinin katında damgalanmışlardı. Bunlar zalimlerden uzak şeyler değildir. 69-76- Andolsun ki, gerçekten de elçilikle görevlendirilmiş olan meleklerimiz İbrahim’e müjde ile vardılar. Burada elçi meleklerden maksat Cebrail ile diğer iki melek diye rivayet edilmiştir. Bu iki meleğin de Mikail ve İsrafil oldukları da ayrıca nakledilmiştir. Muhammed b. Kâ’b’den gelen rivayette Cebrail ile birlikte yedi tane daha, Dahhak’tan gelen bir rivayette dokuz, Suddi’den gelen bir rivayette, yüzleri parlak genç oğlanlar suretinde onbir, Mukatil’den gelen bir rivayette ise oniki oldukları söylenmiştir. Görülüyor ki, bu kıssanın başında ifadenin üslubu değişmiştir. Zira bu kıssaların anlatılış sebebi helâk olan kavimlerin durumunu bildirmektir. Bu kıssada anlatılan da helâk olmuş olan Lut kavmidir. Halbuki Lut aleyhisselam Hz. İbrahim’in yakın akrabasından ve onun şeriatı üzere gönderilmiş olan bir peygamberdi. Bundan dolayı olay Hz. İbrahim’i de ilgilendireceğinden önce İbrahim’in durumuyla ilgili bir kıssa ile konuya giriş yapılmıştır. Peygamberler atası olan anlatılınca da O’nun Allah katındaki değerinin yüceliğini belirtmek için kıssa, ta yukarıdaki cümlesinin benzeri olan bir cümle ile diye başlamıştır. Nitekim Musa kıssası da böyledir. Burada söz konusu elçi melekler Lut kavmine gönderilmiş olduklarından, Hz. İbrahim’e gelişleri, dolayısıyla bir geliş demek olduğundan buyurulmuştur ki, selamet ve evlad müjdesi için gelmişlerdi. 77- Ne zaman ki, elçilerimiz Lut’a geldiler, Hz. İbrahim’in bulunduğu kasabaya dört fersah uzaklıkta olan ve Lut kavminin bulunduğu bölgenin en büyük şehri olan bu kasabanın adı “Sedum” veya “Sodom” imiş. Melekler Hz. Lut’a gayet güzel yüzlü gençler şeklinde gelmişlerdi. Onun için âyette Lut onların gelişinden fena halde sıkıldı, ve eli, ayağı dolaştı, telaşa kapıldı. 78-81- Kavmi de ona harıl harıl koşup geldiler. Rivayet olunduğuna göre, karısı o azgınlara haber göndermiş. Ve onlar daha önceden kötülük yapıyorlardı. Yani utanıp sıkılmıyorlardı, çirkin işler yapageliyorlardı, buna alışmışlardı. Utanma duyguları silinmişti, hayaları kalmamıştı. Onun için hiç utanmadan ve arlanmadan fenalık niyetiyle koşup Lut’a kadar gelmişlerdi. İşte şunlar kızlarım. Bunlar sizin için gayet temizdirler. Yani onlardan istediğinizi nikah edip güzel güzel alırsınız, pisliğe ve günaha bulaşmazsınız. Katade, “kızlarım” tabirinden maksat Hz. Lut’un kendi öz kızları olduğunu söylemiş ise de, Mücahid ve Said b. Cübeyr’den rivayet olunduğu üzere, kavmin kızlarıdır, muhtar olan görüş de budur. Bir peygamber ümmetinin babası durumunda olduğundan sevgi ve şefkatten dolayı kızlarım, demiştir. Nitekim “Peygamberin hanımları ümmetin analarıdır.” Ahzab 33/6 buyurulmuştur. 82- Ne zaman ki, emrimiz geldi, yani azap vakti gelip çattığında o ülkenin üstünü altına çevirdik ve üzerlerine taş yağdırdık. Öyle taşlar ki, siccildendir. 83- Kil taşından, yani kumla, çamurdan yapılmış dondurulmuş, cehennemde pişirilmiş ve taşlaşmış, Rabbin katında damgalanarak istif edilmiştir. Yani, her taşın kime ve nereye isabet edeceği ezelde takdir edilmiş, suretine nakşedilip işlenmiş idi. Ve bunu Allah’dan başka bilen yoktu. Yaratılışta böylece yapılmış, kendi özel yerlerine istif edilmiş, hazırlanmıştı. Yani bu gibi olayları tesadüfen meydana gelmiş, durup dururken kendiliğinden meydana gelmiş bir tabiat olayı gözüyle görüp geçmemek gerekir. Çünkü gerçekte tesadüf diye birşey yoktur. Âlemleri yaratan yüce kudretin tasarrufu vardır. Ve bunlar zalimlerden uzak değildir. Yani, böyle taşlar, genellikle, zalim olan kimselerden, özellikle de sûrenin başında geçtiği üzere haktan göğüs büken ve yüz çeviren, sıkışınca “Bu bir sihir” diyen, “peki o azabı engelleyen nedir?” diyerek küstahlık eden Mekke müşrikleri içindeki zalimlerden ve kıyamete kadar gelecek olan öteki zalimlerden uzak değildir. Beşinci misal de Medyen ahalisidir Meâl-i Şerifi 84- Medyen’e de kardeşleri Şu’ayb’i gönderdik. Dedi ki “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçeği de, teraziyi de eksik tutmayın. Ben sizi hayır bolluk içinde görüyorum. Bununla beraber yine de sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.” 85- “Ey kavmim! Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. Halkın malına densizlik etmeyin ve yeryüzünde fesatçılık yaparak fenalık etmeyin.” 86- Eğer mümin iseniz, Allah’ın helâlinden size ihsan ettiği kâr sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber ben sizin üzerinize gözcü değilim.” 87- Dediler ki; “Ey Şu’ayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” 88- Şu’ayb dedi ki “Ey kavmim! Şayet ben Rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana, O kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeye çalışıyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah’ın yardımı ile olacaktır. Ben yalnızca O’na dayandım ve ancak O’na döneceğim.” 89- “Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Lut kavmi de sizden uzak değildir. 90- Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe ile yönelin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir. 91- Dediler ki “Ey Şu’ayb! Biz senin söylediklerinin çoğundan birşey anlamıyoruz. Ayrıca seni içimizde çok zayıf biri olarak görüyoruz. Eğer akrabaların olmasaydı mutlaka seni recmederdik taşa tutardık. Senin bize hiçbir üstünlüğün yoktur.” 92- Şu’ayb dedi “Ey kavmim! Benim akrabalarım size Allah’dan daha mı değerli ki, Allah’a sırt çevirip, onu unuttunuz? Muhakkak ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatmıştır.” 93- “Ey kavmim! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Ben de görevimi yapmaya devam edeceğim. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu ilerde anlayacaksınız. Bekleyiniz, ben de sizinle beraber bekleyeceğim.” 94- Ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu’ayb ve beraberindeki müminler, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtuldular. Ve o zalimleri korkunç bir gürültü yakaladı da oldukları yerde çöküp kaldılar. 95- Sanki orada hiç güzel gün görmemişlerdi. Dikkat edin, Semud kavmi nasıl helâk olup gittiyse Medyen de öyle yok olup gitti. 84- Medyen’e de kardeşleri Şu’ayb’i gönderdik. Medyen Hz. İbrahim evladlarından Medyen’in nesli olan bir kavim olup, merkezleri Şap Denizi kıyısında onun kurduğu bir şehir imiş. Şu’ayb Aleyhisselam da bu kavmin soylularındandır. Bildirildiğine göre nesebi Medyen oğlu Yeşcür oğlu Mekil oğlu Şu’ayb’dir. Ve kavmine karşı güzellikle yaptığı uyarılardan ve öğütlerden dolayı Peygamberlerin hatibi ünvanıyla anılır kendisine “Hatibü’l-enbiya” adı verilmiştir. Kasas Sûresi’nde geleceği üzere Musa Aleyhisselam, Şu’ayb peygambere hizmet etmiş ve kendisine damat olmuştur. Şu’ayb Aleyhisselam’ın kıssalarına dikkat edilirse zamanımız medeniyetinin genel ahlâk anlayışına değinen önemli noktalar görülür. Şu’ayb Peygamber de diğer peygamberler gibi tevhid emriyle başlayarak Ey benim kavmim, dedi. Allah’a ibadet edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Ölçeği ve tartıyı eksik tutmayın. Bundan anlaşılır ki, Medyen halkının en önemli işleri ticarettir. Şüphesiz ben sizi bir hayır ile görüyorum. Yani nimet ve bolluk içinde görünüyorsunuz, bu da hakkınızda hayırdır. Bunun gereği haksızlık etmek değil, insanların hakkını hukukunu gözetmektir, halkın yararına hizmet etmektir ve Allah’a şükretmektir. Şu halde ölçüyü ve tartıyı noksan yapıp da hayrı berbat etmeyin. Bununla beraber hiç şüphesiz ben hepinizi içine alacak, topunuzu birden kuşatacak bir günün azabından korkarım. Yani böyle devam eder giderseniz, noksan ölçü ve tartı ile haksızlığı sürdürürseniz, elinizdeki hayrı yitirdikten başka, bir gün gelecek ki, onun azabı hepinizi kuşatacak, hiçbiriniz ondan kurtulamayacaksınız. Sizin böyle topyekün bir azaba uğramanızdan korktuğum size acıdığım için bu nasihatları yapıyorum. 85- Ve ey kavmim, o günün azabına uğramamak için ölçüyü ve tartıyı adalet ile yapın ve insanların malına, eşyasına haksızlık etmeyin ve fesatçılık yaparak yeryüzünde karışıklık çıkartmayın. Bu bölümlerde verilen öğütler, onların dahili ve harici siyasetlerini ve iş ahlâklarını dahi açıkça göstermektedir. Nitekim A’raf Sûresi’nde “Her yolun başını tutup da tehdit ederek, Allah’a iman edenleri Allah yolundan çevirmeyin ve o yolun eğriliğini arzu etmeyin.” A’raf, 7/86 diye özellikle açıklık kazandırılmıştır. Dini ve dünyevî her çeşit fesatçılığı ve bozgunculuğu içine alır. Durum böyle iken bir de “fesatçılar” diye hâl ile kayıtlanması, Hızır’ın gemiyi delmesi ve çocuğu öldürmesi gibi cidden iyilik için yapılan hareketleri, bunun dışında tutmak hedefine yöneliktir. Bunların yaptıkları bozgunculuk, iyi yapıyoruz diyerek yapılan ve kötü sonuç veren yanlışlıklar cinsinden bozgunculuk değildir. Kötü olduğunu, fenalık olduğunu bile bile yapılan bozgunculuktur. Doğru amma, ticarette ve siyasette biz böyle hakka, hukuka riayet ederek adaletle hareket ettiğimiz takdirde, doğru dürüst iş yaptığımız takdirde fazla bir şey kazanamayız, diyecek olursanız 86- Allah’ın bakıyyesi, haramını attıktan sonra Allah’ın helâlinden size ihsan edeceği o temiz ve helâl bakıyye, helâl kazançtan size kalan sizin için daha hayırlıdır. Müfsitlikle, haksızlıkla, eksik ölçüp yanlış tartmakla toplayacağınız haram fazlalardan netice itibariyle daha kârlı, daha faydalıdır, eğer mümin iseniz yani bunun daha hayırlı olduğuna inanıyorsanız bu böyledir. Yani hayır, iman şartına bağlıdır. İnanıyorsanız hayır görürsünüz. Yoksa ben üzerinize bekçi değilim. Siz iman edip korunmadıktan sonra ben sizi koruyamam. Velhasıl bu öğütleri iyi dinleyin ve tutun, yoksa karışmam ha! 87-Buna karşılık Medyen ahalisi ne dediler bilir misiniz? Ey Şu’ayb, dediler atalarımızın taptığı şeyleri terketmemizi, veya mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Aslında sen hakikaten çok yumuşak huylu, çok akıllı ve dirayetli bir adamsın. Şu’ayb Aleyhisselam çok namaz kılardı ve öyle tanınıyordu. İbadetler içinde dinin direği olan namaz ise “Gerçekten de namaz Allah’a saygılı olanların dışındakilere ağır gelir.” Bakara, 2/45 âyeti gereğince huşu ehlinden olmayanlara pek ağır gelen, Allah’dan başkasını bir yana bıkarıp, Allah huzurunda divan durmanın, secdelere varmanın zevk ve ulviyyetini idrak edemeyenlere boş ve faydasız bir uğraş gibi geldiğinden, namaz kılanlarla alay edip eğlenmek küfrün gereği ve azgın kâfirlerin ötedenberi âdetleridir. Bundan dolayı Şu’ayb Aleyhisselam’ın kavmi de onun tevhid inancına, hukuk ve ahlâka ilişkin bildirilerini doğrudan doğruya red ve inkâr edemedikleri için, özellikle dolaylı yoldan değersiz göstermek üzere bütün bunları onun kıldığı namaza bağlayarak, geçersiz ve değersiz göstermeye çalışıyorlar, onun peygamberliğiyle alay etmek üzere namazıyla alay ediyorlar. Yalnızca Allah’a ibadet edip, türlü türlü mabudlara kul olmaktan kurtulmayı ve ticaretle siyasette hukuk ve ahlâk kurallarına riayet etmeyi, hürriyete engel ya da budalalık sayıyorlardı. Hz. Şu’ayb onlara, mallarınızda istediğiniz gibi tasarruf etmeyin, demiş değildi, “İnsanların mallarına haksızlık etmeyin” demişti. Bu ise hürriyeti engellemek değildi, tam aksine hakları ve hürriyetleri tesbit ve teyid etmekti. Çünkü herkesin malları ve hakları güvence altına alınmadıkça kimse hakkından emin olamaz, mallarında dilediği gibi zaten tasarruf edemezdi. Fakat onlar insanların mallarını kendi malları imiş gibi kabul ediyor, güçlerinin yetebildiği kadar haksızlık yapmaktan geri kalmıyorlardı. Hakka, hukuka ve adalete riayet etmiyorlar, haramdan sakınmıyorlardı. Fesatçılıktan çekinmeleri gerektiği konusunda Şu’ayb Aleyhisselam’ın uyarılarını da kendi serbestliklerine engel sayıyorlar, “Malımızda dilediğimiz gibi tasarruf etmekten vazgeçmemizi bu kıldığın namaz mı emrediyor? Sofu sen ne akıllı adamsın be!” gibi demagojilerle söz dokundurmaya ve alaya yelteniyorlardı. İşte böyle bir taraftan putlara tapıyor, bir taraftan da Allah’a karşı kibir ve gurur taslayıp namazı hor görüyorlardı. Bir başka taraftan da hürriyet ve ticaret adı altında hilekârlık, haklara saygısızlık, terbiyesizlik ve küstahlık ederek vahiy ve nübüvvete ukalâlık demek günümüz kâfirlerinde de en çok görülen cahiliyet devri hastalıklarındandır. Bu bakımdan günümüz insanları Şu’ayb kıssasını ve Medyen ahalisinin akıbetini çok dikkatle ve ibretle dinlemelidirler. Bakınız Şu’ayb, bunlara ne kadar nazikane, ne kadar dikkatli ve ince bir cevap ile karşılık veriyor 88- Ey kavmim dedi gördünüz mü, yani şu halinizi görüp beğendiniz mi? Gördünüzse söyleyin bakalım ya ben Rabb’imden bir belge, bir beyyine üzerinde isem, “sen o sensin” dediğiniz ben, Rabb’im Teâlâ’dan kesin ve açık bir bürhan, bir belge üzerinde bulunuyorsam, söylediklerimi de vahiy ve nübüvvet bilgisiyle söylüyorsam ne dersiniz? Ben Rabb’imin vahyine ve emrine karşı gelebilir miyim? Oysa Rabbim beni kendi tarafından güzel bir rızıkla rızıklandırmıştır. Yani benim kendi çabamla değil, sırf Allah’dan bir ihsan olarak, lütuf ve kerem hazinesinden beni maddeten ve manen güzel bir şekilde rızıklandırmıştır. Hem helâlinden mal mülk vermiş, ebedi hayatı sağlayan peygamberlik ve hikmet nasip eylemiştir. Ve ben sizi engellemeye çalıştığım şeylere kendim konmak maksadıyla size karşı çıkıyor değilim. Yani, sizi şirkten, başkalarının hakkını yemekten, fesatçılıktan engelliyor; tevhide, tam ölçü ve tartı ile hak ve adaleti gözetmeye davet ediyorsam, gelenek ve alışkanlıklarınızın tersine olan bu nasihatlerden, tekliflerden asıl muradım ve maksadım, hürriyetlerinizi elinizden alıp, sizi onlardan uzaklaştırdıktan sonra o yasakları kendim işlemek değildir. Allah’a karşı siz günaha girmeyin de ben gireyim, siz aldatmayın da ben aldatayım, halkın malını siz yemeyin de ben yiyeyim, siz istediğiniz gibi, zevk u safa sürmeyin de ben süreyim diye bunu yapmıyorum. Size bir oyun yapmak, elinizdeki nimetleri kendime mal etmek maksadıyla hareket etmiyorum, maksadım sadece ve sadece gücümün yettiği kadar ıslaha çalışmaktan ibarettir. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir, ancak O’nun yardımı sayesindedir. Onun hidayeti ve inayetiyledir. Ben ancak O’na tevekkül ettim ve ancak O’na inabe ederim, hep O’na yönelirim, her işimde O’na sığınırım, O’na teslim olurum. 89- Ve ey benim kavmim, sakın bana karşı direnmeniz, menimle didişip, bana düşmanlık yapmanız, sizi Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başına gelen bir musibet ile cezalandırmasın. Zaten Lut kavmi sizden uzak değildir, yakın zamandadır. Veya yakın bölgededir. Veyahut yakın zaman ve mekanda olduğu gibi, küfür ve fesatçılık bakımından da siz onlara yakınsınız. Görülüyor ki Lut kıssasının sonuna eklenen “Bu zalimlere hiç de uzak değildir.” fâsılasına benzer bir fâsılayla, adeta “terci” yapılarak o olay ihtar edilmektedir. 90-Hasılı bunları sakın unutmayın Rabbinizden mağfiret dileyin ve O’na tevbe ile yönelin, çünkü o benim Rabbim çok merhametli, çok sevgilidir, çok şefkatlidir. Binaenaleyh günahlarınız ne kadar çok olursa olsun, vazgeçer de bağışlanma dilerseniz, tevbe ederseniz, rahmetine erer, sevgisine ve muhabbetine nail olursunuz. 91-İşte bu güzel öğütlere kavmi ne dedi bilir misiniz? Ey Şu’ayb, dediler söylediklerinden çoğunu pek anlamıyoruz. Anlamıyorlardı, çünkü kulak vermiyorlardı, dikkatle dinlemiyorlardı, vahiy ve nübüvvete önem vermiyorlardı. Genellikle bütün fena insanlarda olduğu gibi, herkesin arzularını kendi arzu ve istekleri gibi zannettiklerinden dolayı, bir insanın dünya çıkarlarından ve kişisel duygulardan kurtularak, sırf Allah rızası için çalışıp çabalayacağını “Ben ıslahtan başka bir şey istemiyorum.” sözünde samimi olacağını kafalarına sığdıramıyorlardı. İhlas ve tevekkülün ne olduğunu anlayabilmeleri için kendilerinde de biraz ihlas ve tevekkül bulunması gerekiyordu. Kendilerinde böyle bir duygu bulamadıkları, özellikle tevhid inancını tanımadıkları için kör bir tabiatçı kafayla düşündüklerinden, beşerin işlediği günahlarla birtakım semavi afetler arasında bir ilişki bulunabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Allah’ı bırakıp, şuna buna tapmakla, ölçüyü, teraziyi, eksik yapmakla, fitne fesat çıkarmakla dünyadaki düzenin bozulacağını, tufanlar ve zelzeleler olacağını anlamıyorlardı. Velhasıl sarih ve apaçık olan bu sözlere inanmak istemiyorlar, bu gibi sözlerin arkasında gizli niyetler, art düşünceler ve başka maksatlar aramaya çalışıyorlar, bu sözlerden gocunuyorlar da “biz senin söylediklerinin çoğundan bir şey anlamıyoruz”, “sen ne demek istiyorsun?” “Ben neye güvenip de bizi böyle tehdit ediyorsun?” Kesinlikle biz seni kendi içimizde zayıf biri olarak görüyoruz, eğer rahtın yani hısım akrabandan, saygı duyduğumuz yakınlarından beş on kişi olmasaydı muhakkak ki seni recmederdik, taşa tutar, öldürürdük. Sen bize karşı güçlü biri değilsin, aziz değilsin. Yani bizim gözümüzde şahsen senin bir değerin, bir önemin yoktur, bize göre sen hatırı sayılan, kıymet verilen biri değilsin. Yani sana saygımızdan dolayı değil, senin yakınlarından olup da bizimle beraber olan, sana uymayıp bizim dinimizde bulunan bir kaç hısım akraban var ki, işte biz onların hatırı için şimdiye kadar sana dokunmadık. 92-Hz. Şu’ayb, bunlara şöyle cevap verdi Ey Kavmim, dedi benim hısım akrabam, size Allah’dan daha mı değerli? Yani, ben size ancak Allah’a dayandığımı, O’na güvendiğimi ve muvaffakiyetimi yalnızca O’ndan beklediğimi söylemiş ve binaenaleyh değer ve kuvvetimin başkasıyla değil, yalnız Allah ile olduğunu anlatmış iken size göre benim birkaç yakınım mı Allah’dan daha değerli oluyor da “eğer rahtın olmasa” diyorsunuz. Oysa siz Allah’ı unutup arkanıza attınız. Arkaya atılmış, unutulmuş, kıymetsiz, geçersiz bir şey gibi hiçe saydınız, hesaba katmadınız, O’na ve emirlerine hiç değer vermediniz. Çünkü ancak O’na dayanan ve ancak O’nun emriyle hareket eden bana da önem vermediniz ve O’nun beyyinesiyle, O’nun vahyi ile bildirdiğim açık öğütlerime kulak vermediniz. Allah’ı düşünmediğiniz için söylediklerimi de anlamak istemediniz, “birşey anlamıyoruz” deyip çıktınız. Üstelik yakınların olmasaydı seni recmederdik diyerek tehdide kalkıştınız. Şunu iyi bilin ki, Rabb’im yaptığınız ve yapacağınız her şeyi kuşatmıştır. O’ndan hiçbir şey gizli kalmaz, hiçbir şey O’nun kudretinin dışında kalmaz ve hiçbir kuvvet O’nun izzet ve şanına, değer ve önemine gölge düşüremez. Şu halde her ne yaparsanız mutlaka cezanızı verir. 93- Ve ey kavmim, haydi bütün gücünüzle bildiğinizi yapınız. Muhakkak ki, ben de bildiğimi yapmaya devam edeceğim. Allah’a güvenerek, O’na sığınarak, gücümün yettiğince ıslaha çalışacağım ve irşada devam edeceğim. Yakında bilip anlayacaksınız ki, o rezil ve rüsvay eden, o perişan edecek olan azap kime gelecek. Ve yalancı kimdir? Şu halde gözleyiniz, hiç şüphesiz ben de sizinle beraber gözleyeceğim. 94- Ne zaman ki, emrimiz geldi. Şu’ayb’i ve beraberindeki iman ehlini, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, o zulüm edenleri de çığlık yakaladı. A’râf ve Ankebût sûrelerinde ise “Onları zelzele yakaladı.” 7/91 ve 29/37 buyurulmuştur ki, “racfe” zelzele, deprem demektir. Demek ki, müthiş bir çığlık ile zelzeleye yakalandılar. Veya zelzeleye yakalandıkları için çığlıklar kopardılar. Diyarlarında, oldukları yerde bir çöküntü gibi yığılıp kaldılar. 95- Sanki o diyarda hiç yaşamamış gibi oldular. Evet, defolup gitti o Medyen Semud’un defolup gittiği gibi, zira Semud kavmi de böyle bir çığlık ve zelzele ile helâk edilmişti. Ancak deniliyor ki, Semud’un çığlığı üstlerinden, Medyen’in çığlığı altlarından gelmişti. Burada fiilinin sarahaten gelmesi ile yukarıdan beri devam ede gelen masdarının da mânâsı açıklık kazanmıştır. Zira masdarı “kurb”ün yakın zıt anlamlısı olarak uzak olmak anlamına geldiği gibi, bir de yok olmak, helâk olmak anlamına gelir. Çünkü helâk olan dünyadan ve bulunduğu yerden uzak olmuş olur. Ve aralarındaki farkı belirtmek için öncekinin fiili “ayn”ın zammiyle beşinci baptan kullanıldığı halde, helâk mânâsına olanın mazi sigasında “ayn”ın kesri ve muzaride fethi ile dördüncü baptan kullanılır. Binaenaleyh burada buyurulmakla kıssaların sonunda tekrar olunagelen masdarlarının dua maksadıyla ve helâk anlamında söylenmiş olduğu da açıklık kazanmıştır ki, aslında bu tasrih de o bedduayı bir tekid gibidir. Bu misallerden altıncısı da Musa ile Firavun örneğidir Meâl-i Şerifi 96- Andolsun Musa’yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile gönderdik. 97- Firavun’a ve cemaatine. Bunlar Firavun’un emrine uydular. Halbuki Firavun’un emri hak değildir. 98- Kıyamet günü, kavminin önüne düşer. Artık o bunları ateşe götürmüştür. O varılan yer, ne kötü bir yerdir. 99- Hem burada, hem de kıyamet gününde lanetle izlendiler. Onlara verilen bu karşı destek ne fena bir destektir! 96- Ve andolsun ki, Musa’yı da âyetlerimizle ve bir açık belge ile Firavun’a ve adamlarına gönderdik. Görülüyor ki, burada da atfın üslubu değiştirilmiş “biz gönderdik” diyerek kasem ve fiil tekrarlanmış, ayrıca tasrih olunarak konu vurgulanmıştır. Böylece Hz. Musa’nın da Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi bir tarih başlangıcı, bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekilmiş ve işaret edilmiştir. Özellikle doğrudan doğruya Nuh kıssasına bağlanmasıyla da onun bir benzeri olduğuna dolaylı bir telmih yapılmıştır. Çünkü bu olayda da bir tufan ve suda boğulma meydana gelmiştir. Burada Hz. Musa’nın Firavun’a gönderilmesi meselesi söz konusu olduğundan, buradaki “âyetlerimizle” ifadesinden murad Tevrat değil, A’raf Sûresi’nde geçen dokuz mucizedir ki, bunlar asâ, beyaz el, tufan, çekirge, böcek, kurbağa, kan, kıtlık ve ölet olaylarıdır. Sultan Aslında üstün gelmek, galip olmak ve istila edip saltanat kurmak anlamına mastardır. Belge, burhan ve hüccet anlamına da gelir. Vali veya hükümdara da sultan dendiği bilinmektedir. Fakat bu mânâya geldiği zaman kelime müennes olur. Kur’ân’da genellikle burhan, delil ve belge anlamında kullanılmıştır. Burada da kuvvetli burhan, kesin belge diye tefsir edilmiştir. Bununla da Hz. Musa’nın en açık mucizesi olan asaya da özellikle işaret edildiği söylenmiş ise de asanın âyetlere dahil olması gerektiğinden “Ve ikinize öyle bir yetki vereceğiz.” Kasas, 28/35 âyetinde olduğu gibi, galebe, üstünlük ve hakimiyet mânâsı olması ve Hz. Musa’nın Firavun’a karşı ortaya çıkan üstünlüğünü ifade etmesi daha uygun görülüyor. Bununla beraber asa ve beyaz el mucizesi bu anlamı ifade ettiğinden önceki tefsir de sıhhatli sayılır. Mübin Bilindiği gibi ibaneden ism-i faildir. “İbane” ise hem lazım, hem de müteaddi olur. Lazım olunca mübin açık demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. 97- Firavun’un emrine tabi oldular, onun emrine uydular Halbuki Firavun’un emri reşid değildir. Firavun’un kumandası veya işi ve hükumet işlerini yürütüş şekli, sonu hayra çıkan isabetli bir emir ve karar değildir. Burası aslında zamir mevkii iken “Onun emri değildir.” denilmeyip de doğrudan doğruya Firavun’un isminin sarahatle ifade edilmesi çok anlamlıdır. Zira öncekinde Firavun’un şahsı, bu ikincide vasfı kastolunmuştur. Çünkü Firavun ismi fesada, bozgunculuğa, zorbalık ve zulme, sapmaya ve saptırmaya delalet etmesiyle meşhurdur. Bundan dolayı önceki özellikle Firavun’un emri demek olduğu halde, ikincisi genellikle Firavun emri, yani Firavun kısmının emri demek olur. Ebu Hayyan, tefsirinde der ki Firavun Yaratan’ı ve ahireti inkâr eden bir dehri idi. Diyordu ki, âlemin ilâhı yoktur. Her belde ahalisinin görevi kendi sultanına itaatla meşgul olmaktan ibarettir. Bundan dolayı Firavun’un emri olgunluktan tamamıyla uzaktı. Naziat Suresi’nde de geleceği üzere Firavun “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” Naziat, 79/24 diyor ve kendinden üstün bir Rabb’in varlığını kabul etmiyordu. Onun için verdiğim emir, doğru mudur, gerçekten de Allah’ın emrine uygun mudur, değil midir? diye düşünmüyordu. Hak Teâlâ’nın emirlerine ve hükümlerine uymakla kendini bağımlı görmüyordu. Yalnızca kendi açısına, kendi eğilimlerine, kendi arzu ve isteklerine göre emir veriyor, ne emrederse hakikatın öyle oluvereceğini sanıyordu. Kendisini asaleten ve mutlak hakim sayıyor, kendi emrinde melei, yani danışma meclisi ve onların arkasında da kavmi bulunuyordu, hepsi birden Firavun’a uyuyorlardı. İşte böyle hakkın hakimiyetini hesaba katmayarak asalet ve mutlakıyet iddiasıyla verilmiş emirlere “Firavun emri” adı verilir. Böyle emirlerin ise reşid olmayacağı açıktır. Zira insanlığın kaderi de dahil olmak üzere bütün kâinatı idare eden hakkın kanunlarının bir şahsın veya belli bir cemaatın emir ve iradesiyle değişmeyeceği bellidir. Böyle iken Firavun kısmı kendisinin Hakk’a boyun eğmek zorunda olduğunu düşünmez. Hakk’ın bir memuru gibi hareket etmek istemez de kendi emriyle hak ve hukuk ortaya koymaya kalkar, Hakk’ın kanunlarını değiştirip bozmaya hayra şer, şerre hayır iyiye kötü, kötüye iyi demeye kalkar. Allah’ın “ateştir” dediğine kendisi “su” deyip saldırmak ister ve nihayet hem kendisini, hem de kendisine uyan yandaşlarını yakar. Nitekim bunu açıklamak üzere buyuruluyor ki 98- Kıyamet günü kavminin önüne düşer, bir de bakarlar ki, su diye kendilerini ateşe götürmüştür. Ve ne fena virddir o mevrud. Tuh, ne kötü sudur o varılan ateş!… Çünkü suya hararet söndürmek, ciğer soğutmak için gidilir, ateş ise bunun zıddıdır. İşte Firavun emrinin akıbeti böyle ciğer yakan bir sonuçtur. Ve Firavun’a uyanlar böyle bedbaht kimselerdir. Musa’ya bakmadılar da sonucu böylesine fena olan bir emre, Firavun’un emrine uydular, onun arkasına düşüp gittiler. 99- Ve böylece hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde bir lanete metbu kılındılar. Yani lanetle izlendiler ve lanetlilerin başında gelenlerden oldular. Ne fena rifttir bu merfud. Ne kötü ianedir bu yapılan iane, yani şu lanetle anılma işi, lanetle anılma bahşişi. Veya ne kötü bir ücret, ne kötü bir ödüldür şu lânetle anılma ödülü. Rifd Aslında dayansın diye bir başkasına sağlanan destektir. Mesela eğerin veya semerin altına vurulan keçe, birine yapılan yardım, verilen atıyye ve ihsan rifdtir. Burada cehennem ateşine vird, lanete de rifd denilmesi tehekküm yani ciddi görünür gibi yapılan alay ve istihzadır, gayet veciz ve belagatli bir istiaredir. Ey Muhammed Meâl-i Şerifi 100. İşte bu helâk olmuş memleketlerin önemli haberlerindendir. Sana onu kıssa olarak anlatıyoruz. Onlardan yerinde duranlar da var, biçilenler yok olup gidenler de. 101. Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmettiler. Allah’ı bırakıp da taptıkları tanrılar, Rabbinin emri gelince kendilerine hiçbir fayda sağlayamadılar. Hasarlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadılar. 102. İşte Rabbin, zalim memleketleri cezalandırdığı zaman böyle cezalandırır. Çünkü O’nun cezası çok acı, çok çetindir. 103. Ahiret azabından korkanlar için bunda muhakkak ki, bir ibret vardır. O, öyle bir gündür ki, bütün insanlar onun için toplanacaktır ve o, öyle bir gündür ki, mutlaka görülecektir. 104. Biz onu sadece belli bir süreye kadar geciktiriyoruz. 105. O gün gelince Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onların kimi bedbaht, kimi de mutludur. 106. Bedbaht olanlar ateştedirler. Onlar orada başka türlü soluyacak, başka türlü haykıracaklar. 107. Onlar orada gökler ve yer durdukça duracaklar. Ancak Rabb’inin diledikleri başka. Çünkü Rabbin dilediğini yapandır. 108. Mutlu olanlar ise cennettedirler. Orada gökler ve yer durdukça duracaklar, ancak Rabbinin diledikleri başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir ihsan olacak. 109. O halde sakın şunların ibadet edişlerinden şüpheye düşme. Daha önce ataları nasıl ibadet ediyor idiyseler bunlar da öyle ibadet ediyorlar. Biz de kendilerine nasiplerini elbette eksiksiz olarak öderiz. 100- İşte bunlar, yani ta baştan beri anlatılanlar, O sitelerin haberlerinden önemli kısımlardır ki, onu sana kıssa öykü olarak anlatıyoruz. Yani ayrıntılara girmeden, sözü uzatmadan, yalnızca ibret noktalarını özetleyerek dillere destan olacak şekilde açıklıyor ve hikaye ediyoruz. Onlardan, yani o şehir medeniyetlerinden bir kısmı ayaktadır, kalıntıları durmaktadır bir kısmı da hasad edilmiş ekin gibidir. Silinip gitmiş, yıkılıp, yok olup gitmiştir. Ve Biz onlara, o helak olan kavimlere zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmettiler. Allah’ı bırakıp, yalvara geldikleri o sürü sürü tanrıları, Rabbinin emri geldiği vakit onlara hiçbir fayda vermedi. Allah’ın emrinden zerrece birşeyi önleyemedi. Üstelik onların helak ve hüsranlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı. 101- İşte bunlar, yani ta baştan beri anlatılanlar, O sitelerin haberlerinden önemli kısımlardır ki, onu sana kıssa öykü olarak anlatıyoruz. Yani ayrıntılara girmeden, sözü uzatmadan, yalnızca ibret noktalarını özetleyerek dillere destan olacak şekilde açıklıyor ve hikaye ediyoruz. Onlardan, yani o şehir medeniyetlerinden bir kısmı ayaktadır, kalıntıları durmaktadır bir kısmı da hasad edilmiş ekin gibidir. Silinip gitmiş, yıkılıp, yok olup gitmiştir. Ve Biz onlara, o helak olan kavimlere zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmettiler. Allah’ı bırakıp, yalvara geldikleri o sürü sürü tanrıları, Rabbinin emri geldiği vakit onlara hiçbir fayda vermedi. Allah’ın emrinden zerrece birşeyi önleyemedi. Üstelik onların helak ve hüsranlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102-103- Ve Rabbinin yakalaması işte böyledir. O memleketleri zulme dalmış gitmiş bir halde yakaladığı vakit gerçekten O’nun yakalaması acı ve çetin bir yakalama olur. Muhakkak ki onda, yani o yakalamada veya anlatılan her kıssada ahiret azabından korkan herkes için elbette birer âyet vardır. Yani ibret alacak, ders alacak açık seçik noktalar vardır. Adam sen de, ben bugünümü geçireyim de sonra ne olursa olsun diye, ilerisini düşünmeyen, ahireti hatırına getirmeyen saygısızlar, bu gibi olayları kulların işlediği günahlarla ilişkili görmezler, tesadüflere ve tabiata yükleyip geçerlerse de cidden aklı ve izanı olan ve ahiret korkusu bulunan kimseler bunda ahirete bir delil bulacaklar ve bu dünyada yapılan zulüm ve haksızlıkların oradaki sonucunun korkunç olduğunu anlayacaklar. İşte bu düşüncelerle Allah Teâlâ’nın azgınlara hazırladığı ahiret azabının ne kadar çetin, ne kadar korkunç olabileceğini tahmin edeceklerdir. Ayrıca peygamberlerin, dünya azabına ve helakine ilişkin olarak verdikleri haberlerin gerçekleşmesinden, peygamberliğin Allah’ın emriyle olmuş bir iş olduğunu daha iyi anlayacak ve onların ahiretle ilgili haberlerine de akıl ve mantık yorup yakîn hasıl edecektir. Gerçekten de dünyaya ait cezalardan anlaşılır ki, bunları önceden haber veren peygamberler doğru, peygamberlik ise emri vakidir. Ve bundan dolayı peygamberlere haksızlık edip bildirdiklerine inanmamanın ve ahiret azabından korkmamanın akıbeti, Nuh kavminin, Ad ve Semud kavimlerinin, Lut kavminin, Medyen halkının, Firavun ile adamlarının akıbetleri gibi çok acı, çok korkunç bir akıbettir. İşte o, ahiret azabının olacağı kıyamet günü, Öyle bir gün ki, bütün insanlar onda toplanacak, haşr olacak. Ve o toplanış günü, öyle bir gün ki, muhakkak görülecek. Yani olmamak ihtimali yoktur, mutlaka olacak ve herkes toplanıp onu gözüyle görecek, müşahede edecektir. Yahud o günde her şeye şehadet edilerek, çok şahit bulunacak. Çünkü bütün canlılar, bütün varlıklar, yerde ve göklerde bulunanlar orada şahit olacak. Bütün diller, eller ve ayaklar kendi yaptıklarına şahitlik edecektir. Bu ikinci mânâya göre “meşhud” meşhudun fihin muhaffefidir ki, birçok müfessir, bunu tercih etmişlerdir. 104- Ve biz onu ancak sayılı ve belli bir süreye kadar tehir ediyoruz. Yani sonsuza dek tahir edip geciktirmiyoruz. Ancak sayısı belli olan bir süreye kadar erteleyip geciktiriyoruz. Dünyanın ömrü sonsuz ve sınırsız olarak devam edip gitmeyecektir. O, haddi zatında sayılı, sınırlı az bir süreden ibarettir. Bir gün olup son bulacak ve o vakit ahiret gelip çatacaktır. Onun için o kıyamet günü az bir süre sonra mutlaka görülecek, yani meşhud olacaktır, sonsuza kadar gecikmeyecektir. 105- O gün gelir ki, kimse söz söyleyemez. Ancak O’nun izni olursa, yani Allah’ın izniyle konuşacaklar müstesnadır. “Rahman’ın izin verdiklerinden başka hiç kimse konuşmayacak.” Nebe’, 78/38. Bununla beraber bu izin de herkese ve her yere ait bir izin değildir. “Bu gün, konuşamayacakları ve özür dilemek üzere kendilerine izin de verilmeyeceği bir gündür.” Mürselat, 77/35, 36 buyurulduğu üzere, bu günün öyle yerleri de vardır ki, bütün insanların nutku tutulur, bir özür dilemek için izin verilmez. İşte o gün kimi bedbaht, kimi mutludur. Bir kısmı şakî, bir kısmı saiddir. Hiç konuşturulmayanlar bedbaht, sefil ve perişandırlar; konuşmasına izin verilenler de mutlu ve bahtiyardırlar. 106- O şakî olanlara gelince, işte onlar ateştedirler. Orada onlara düşen şey zefir ve şahiktir. Tıp dilinde “zefir” nefes almak, “şehik” de nefes vermektir. Fakat asıl lügatta zefir, soluğu uzun uzadıya içeri çektikten sonra dışarı vermektir. Dertli ve sıkıntılı olanın halidir ki, iç çekmek, göğüs geçirmek deyimleri ile ifade edilen haldir. Şehik de ağlarken hıçkırmaktır ki, bu da fazla acıdan kaynaklanır. Ve çocukların ağlaması hıçkıra hıçkıra olur. Bundan başka bir de eşeğin anırmasının evveline zefir, sonuna şehik denilir ki, biri içeri doğru çekilerek, diğeri dışarı doğru verilerek ses çıkarmaktır. Hasılı lügat açısından zefir ve şehik normal nefes alıp verme değildir, ıstıraplı, acılı bir nefes alıp vermedir. Ayrıca zefir ve şehikteki tenvinler tenkir ve tehvil içindir ki, o zaman mânâ şu demek olur Bambaşka ve feci bir soluk alıp vermeleri, solurken göğüs geçirip hıçkırmaları vardır. Görülmemiş şekilde nefes alıp vereceklerdir. Hasen’den nakledilen bir mânâya göre, zefir cehennem alevinin yükselmesidir. Cehennem alevleri kabarıp yükselecek ve içindekiler, fırlatılıp atılacak gibi tam cehennemin en yüksek tabakasına varıp çıkmak ümidine düştükleri vakit, melekler öyle bir çarpacaklar ki, derhal gerisin geri en derinlere ve diplere doğru yutuluverilecekler ve bu mânâ “Ondan her çıkmak istedikleri zaman geriye döndürülürler” Secde, 32/20 âyetinde bildirilen bir husustur. Şu halde cehennem alevlerinin köpürüp kabarması zefir, geriye bükülüp dibe doğru kıvrılması şehikdir. 107-Ateş içinde işte böyle bir yukarı, bir aşağı inip çıkacaklar, hepsi orada muhalled olarak kalacaklar. gökler ve yer daim olup durdukça, onlar da orda duracaklar. Bu ifadede bir vakit tayini yok mudur, şu halde bu söz diğer âyetlerdeki ebedî kaydına aykırı değil midir? gibisinden bazı münakaşalar vardır. Ancak bu “gökler ve yer durdukça” deyiminin Arapçada “yıldız ışıdıkça”, “gece gündüz karşılıklı sürüp gittikçe”, “denizde su oldukça” ve bizim dilimizde “dünya durdukça” gibi deyimler ebediyetten kinaye olarak kullanılır, şeklinde cevaplar da verilmiştir. Lâkin bu suretle ebediyyet anlamına olduğu, ve dil geleneğinde bunun ebediyyet demek olduğu yolundaki cevaplar, ifadenin lügat anlamına da alınabileceği ihtimalini tamamen ortadan kaldırmadığı için, bunun bu yoldaki münakaşayı sona erdireceği hayli su götürür bir meseledir. Halbuki bu âyetlerde söz konusu “ecel-i ma’dud” un, yani belli sonun gelmesinden sonra gelecek olan kıyamet gününden ve bunu takip edecek olan ahiret hallerinden sözedilmektedir. Bundan dolayı buradaki gökler ve yerden murad bu dünya ve bu gökler değil. “O gün yeryüzü, başka yeryüzüne çevrilir, gökler de başkalaşır” İbrahim, 14/48 âyetiyle haber verilen yer ve göklerdir. Ahiret hayatının da kendine göre gökleri ve yeri olacağı açıkça bellidir. Onun ise bu dünyadaki gibi sayılı bir eceli olmayıp, devamı da ahiret hayatının devamı gibi sonsuz olduğundan, binaenaleyh bu kaydın örfi ve mecazi anlamda bir ebediyyet değil, gerçek anlamda bir ebediyyet ifade ettiğinde şüphe yoktur. Nitekim bundan sonraki âyette kesintisiz ihsan olarak “Öyle bir ihsan ki kesilmesiz” buyurulduğuna göre, bu sürekliliğin kesintisiz olacağı da açıkça ortaya konulmuştur. Bir de Abdullah b. Abbas hazretlerinden nakledilmiştir ki, “Gökler ve yer ahirette kaynakları olan nura dönüşeceklerdir”. Binaenaleyh arşın nurunda ebedî olacaklar demektir. Fakat bu sonsuza dek sürecek olan devam ve huludun, Allah’ın zatına mahsus olan ebediliğe benzer bir ebediyyet şeklinde düşünülmemesi ve öyle vehmedilmemesi için buyuruluyor ki Ancak Rabbin dilediği vakit müstesnadır. Yahut Rabbinin dilediğinden başka. Şayet dilerse devam etmeyenler, muhalled olmayanlar, ateşte kalmayanlar veya daha başka şekilde azaplara çarptırılacak olanlar bulunabilir. Muhakkak ki, Rabb’in dilediğini yapandır. Ne dilerse onu yapar. O dilerse huludun devamını engeller veya zefir ve şehiki keser, dilerse cehennemin aynı tabakasında tutmaz da başka başka tabakalarına veya ateşten alıp zemherire nakleder ve daha başka yollarla azap eder veya dilediğini cehennemden çıkarır cennete koyar, bedbahtlıktan kurtarıp mutluluğa erdirir. Diler mi, dilemez mi? İşin o tarafı başka. Onu yalnızca kendisi bilir, ancak dilediği takdirde O’na engel olabilecek bir güç yoktur. Ancak genellikle bildiriyor ki, ahiret âleminin ebedî olarak devamını ve o devam süresince de azgınların ateşte ebedî kalmalarını dilemiştir. Ve bu arada bazıları hakkında istisnai olarak birtakım meşiyyetleri ve özel muameleleri de olabilecektir ki, bu da kiminin lehine, kiminin aleyhine olabilir. Yine bir hadisi şerifte varid olduğuna göre, cehennemin günahkar müminlere mahsus olan bir tabakası bir zaman gelip boşalacaktır. 108- Mesud olanlara gelince işte onlar da cennettedirler. Öyle ki, gökler ve yer daim oldukça, yani, yerinde durdukça, yani sonsuza kadar, hepsi orada muhalled olarak kalacaklar. Ancak Rabb’inin dilediği başka. Yani cennetin devamı ve ebediliği, Allah’ın vücub-i zatisi gibi kendinden değildir, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah dilerse böyle olmayabilir. Nitekim cehenneme giren herkes orada ebedî kalmayacaktır, günahkar müminler bir müddet cehennemde kaldıktan sonra cennete girecekler ve saadete erecekler. Veya Allah katında burada sözü edilen cennet saadetinden daha büyük saadetler de olabilecektir. Nitekim bir kısım bahtiyarlar cennetten daha ileri mertebelere yükselecek, “Allah’dan gelen Rıdvan en büyüktür.” Tevbe, 9/72 ve “Ve nice yüzler de o gün ışıl ışıl ışıldar ve Rabbine bakakalır.” Kıyamet, 75/ 22,23 âyetlerinin sırrına mazhar olacaklardır. Fakat bu gibi istisnalarla cennetin genel gidişinde bir son veya bir kesinti olacakmış vehmine düşülmesin. “Öyle bir ata ve ihsan olacak ki, kesilmesiz.” Dünyadaki gibi belli bir süre ile sınırlı ve sonlu değil, kesintisiz sürüp giden bir ata ve ihsan, sonsuz bir Allah vergisidir. Bu kayıt, ya cümlesinden hâl veya cümlesinden temyizdir. Cennetin hâli olduğu takdirde, cennet nimetlerinin kesintisiz olduğunu açıkça belli eder Nitekim “Yiyecekleri de, gölgesi de süreklidir.” Ra’d, 13/35 âyeti de bunu destekler. Temyiz olduğu takdirde cennetin üstünde ve müstesna bir surette ilâhî meşiyetle ilgili olan rıdvan nimetinin kesintisiz olduğunu açıklar, aynı zamanda cennetin sonsuz olduğuna da işaret eder. Zira bundan anlaşılır ki, ahiret hayatında böyle sürekli ve kesintisiz bir ihsan vardır. O halde buna karşılık bazı kesintili kişiler olsa bile, kesintisiz bir ihsanın gerçekleşebilmesi için dahi, ahiretin sonsuz ve ebedî olması gerekir. Bu ise cenneti kaplayan ahiret göklerinin ve yerinin sonsuza dek devamlı olmasını gerektirir. Şu halde “kesintisiz ihsan” işaretiyle “gökler ve yer durdukça” ifadesindeki ebediliği de tefsir etmiş, açıklamış olur. O halde âyetteki “”gökler ve yer durdukça” kaydının da sonsuza dek demek olduğu kendiliğinden anlaşılır ki, genellikle âyetlerde “ebeden” kayıtları da bunda açıktır. Şu halde “kesintisizlik” kaydının cehennemle ilgili âyette değil de cennetle ilgili olan ikinci âyette vurgulanmasından dolayı, bazı kimselerin “cennet sevabı ebedidir, fakat cehennem azabı genellikle bir yerden sonra bitecektir, kesilecektir” şeklinde zannetmeleri doğru değildir. Velhasıl yukarıdan beri anlatılagelen kıssalar iyice düşünülünce anlaşılır ki, sûrenin baş tarafında geçtiği üzere, “Bu dünya hayatını ve nimetlerini isteyenler.” 11/15 sayılı ve belli bir eceli bulunan bu dünya hayatında nasipleri ne ise onu tamamiyle alırlar. Sonra da “Ahirette kendilerine ateşten başka birşey kalmaz” Hud, 11/16. Böyle ebedî bedbahtlardan olurlar. Bunlara karşılık “İman edip salih ameller işleyenler ve Rablerine karşı terbiyeli” kimselerden olanlar da “Cennet ehlidirler, orada ebedî kalırlar.” Hud, 11/23. Böylece ebedî mutluluğa ererler. İşte iki grup arasındaki fark bu kadar büyüktür. Bir de şakî olan bedbahtlar grubunun Firavunları ve elebaşıları gibi, said olan bahtiyarlar grubunun da peygamberleri, sıddıkları ve önde gelenleri vardır. Her iki grubun ileri gelenleri vardır ki, bunların azap ve sevapları da belli ölçüde öbürlerinden farklıdır. Azgınların elebaşılarına cehennem ehli içinde ötekilerden farklı olarak Allah Teâlâ’nın dilediği öyle müthiş bir azap vardır ki, bunun ne kadar korkunç olduğu hayal dahi edilemez. Şu halde bunlar sıradan bedbahtlardan daha bedbaht bir durumdadırlar. Mesutların önde gelenlerine de Allah Teâlâ’nın, cennet ehli içinde özel olarak hazırlamış olduğu öyle saadetler vardır ki, “Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, beşer cinsinden hiçbir kalbin hissetmediği.” nimetlerdir ki, bunları tarif etmek için cennet tabiri bile az gelir. Bu artık bütün nimetlerin ve istihkak edilmiş bütün mükafatların üstünde sırf Allah’ın fazlı ve keremi ile olan rabbani ihsanlar, kesintisiz ihsanlardır. Şu halde buna nail olacak olanlar da bahtiyarlar bahtiyarıdırlar. 109-Şimdi geçmişteki o kıssalar, gelecekteki bu akıbetler sana bildirilmekle ey Muhammed! Artık şunların, şu yukarıdan beri anlatılan müşriklerin tanrı diye taptıkları şeylerden hiçbir şüphen olmasın, hepsi boştur. Bundan önce ataları nasıl tapıyor idiyseler bunlar da başka değil, aynen öyle tapıyorlar. Yani boşu boşuna tapmaya devam ediyorlar. Yukarıda beyan olunduğu üzere “Allah’ı bırakıp da taptıkları o şeyler kendilerine zerre kadar fayda sağlamadı.” Hud, 11/101 âyetinde bildirildiği şekilde, bunların ataları putlara tapmakla nasıl zarardan başka birşey görmedilerse, bunlar da tıpkı öyle olacaktır. Ve elbette biz, bunların nasiplerini eksiksiz olarak kendilerine ödeyeceğiz. Yani ecelleri gelinceye kadar dünya hayatındaki kısmetlerini kesmeyeceğiz, sonra da ahirette hak ettikleri cezalarını da vereceğiz. Meâl-i Şerifi 110. Andolsun ki, Musa’ya kitabı verdik, yine de onda ihtilafa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir karar olmasa idi, elbette haklarında hüküm verilmiş bitmişti. Muhakkak ki onlar, bundan kuşkulu bir şüphe içindedirler. 111. Gerçekten de onların her biri öyle kimselerdir ki, yaptıklarının karşılığını Rabbin kendilerine hakkiyle ödeyecektir. Çünkü O, onların yaptıkları her şeyden haberdardır. 112. İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de doğru olsunlar. Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır. 113. Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah’dan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. 114. Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında gündüze yakın olan saatlerinde namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür. 115. Ve sabret! Çünkü Allah iyilik edenlerin mükafatını yitirmez. 110- Andolsun ki, Musa’ya da kitap verdik de çok geçmeden üzerinde ihtilaf edildi. Yani merak etme ya Muhammed! Yalnızca sana ve sana verilen kitaba karşı anlaşmazlık çıkarılmıyor. Yukarıda da bildirildiği üzere Firavun’a galebe çalan, üstünlük sağlayan Musa’ya da kitap verildiği zaman ümmeti olan İsrailoğulları tarafından ihtilaf çıkarıldı. Oysa Musa’ya kitabın verilmesi, Tevrat’ın inzal olunması, onun, Firavun ile adamlarına üstün gelmesinden, hatta onların suda boğulmasından ve İsrailoğulları’nın kurtarılmasından sonra olmuştu. Böylece İsrailoğulları Tevrat gelmeden önce bütün bunları gözleriyle görmüş ve Musa’nın peygamberliğini kabul etmişlerdir. Böyle olmasına rağmen Tevrat nazil olunca hepsi birden hemen iman etmediler de onun Allah’dan olup olmadığında ihtilaf ettiler. Bir kısmı iman etti, bir kısmı da iman etmedi, direndi. Bakara, 2/40-150 ve A’raf, 7/100-188 arasındaki âyetlere bkz.. Sana gelince ya Muhammed, önce kitap nazil oluyor, şu halde sana gönderdiğimiz kitap hakkında kavminden bazılarının “ona bir hazine indirilse ya” veya “onunla beraber bir melek dolaşsa” veyahut “onu sen uyduruyorsun” diyerek inkâr edenlere, Allah kelâmı olduğunu inkâr ederek ihtilaf çıkarmalarına önem verme! Eğer Rabbinden bir kelime sebketmiş olmasa idi, yani hikmet gereği olarak bir ecel takdir edilmemiş olsa idi, derhal haklarında hüküm icra edilirdi. Yani, kavminden ihtilaf çıkaranların hepsi için hemen şimdi aleyhlerinde hüküm verilir ve icra edilirdi, hiç beklemeden işleri bitirilirdi. Ve şüphe yok ki, onlar bundan dolayı kuşku dolu bir şüphe içindedirler. Yani bu sûrenin baş tarafında geçtiği üzere, “Kur’ân’ı Muhammed’in kendisi uydurdu” diye inkâr eden iftiracılar, yaptıkları bu iftiraya kendileri bile inanmıyorlar. Kur’ân’dan dolayı onlar öylesine derin bir şüphe içindedirler ki, bu şüpheleri kendi içlerini yiyip bitirmekte, yüreklerini kemirmektedir. 111- Ve hiç şüphe yok ki, onlardan her biri o takımdandır ki, Rabbin amellerinin karşılığını kendilerine kesinkes ödeyecektir. İşlerini bitirecek, yaptıklarını kafalarına çalacaktır. Yani bunların hepsi, sûrenin baş tarafında bildirildiği üzere “Her kim dünya hayatını ve ziynetini dilerse, biz onlara burada amellerinin karşılığını tamamen öderiz. Bu hususta hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.” 11/15, “Fakat onlar öyle kimselerdir ki, ahirette onlara ateşten başka birşey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yaptıkları batıldır” 11/16 âyetleri ile durumları ve akıbetleri açıkça ortaya konulan ve yalnızca dünya hayatı ve lüksü peşinde koşan körler kısmındandırlar. Gerçekler hakkındaki şek ve şüpheleri hep dünya çıkarları yüzündendir. İşte bu şüphe ve tereddüt içinde sürüp gidecek, dünya hayatlarında ne yapacaklarsa yapacaklar, dünyadan ne zevk alacaklarsa alacaklar ve sonra bütün yaptıklarının cezasını çekecekler. Çünkü muhakkak ki O, yani Rabbin her ne yapıyorlarsa hepsinden haberdardır. Yaptıklarının hiç birini karşılıksız bırakmaz. 112-İşte bundan dolayı sen emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Hakkiyle doğru ve dürüst ol! Bu emrin “fa” harfiyle öncesine bağlanması şu anlamı ifade eder Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Ve senin, her işte Kur’ân’da emrolunduğun gibi, sıratı müstakim üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta aldığın vahye uyman, Kur’ân ahlâkı ve ahkamı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir ki, hakkında hiçbir şüpheye ve tereddüde yer kalmayacaktır. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır. Bundan dolayı sen sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah’a havale et de gerek müminlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi, hakkiyle doğru ol, doğruluktan ayrılma! Şu halde sûrenin baş tarafında “Belki sen, sana yapılan ithamlardan dolayı, sana vahyolunanların bazısını terkedecek olursun ve bundan da üzüntü duyarsın” 11/12 geçtiği üzere vahyolunan emrin yerine getirilmesi ne kadar ağır olursa olsun; ne o emrin tebliğinde, ne de icra ve uygulamasında hiçbir engelden yılmayarak emrolunduğun gibi dosdoğru olmaya devam et. Abdullah b. Abbas demiştir ki. Bütün Kur’ân içinde Resulullah’a bu âyetten daha ağır ve daha çetin bir âyet nazil olmamıştır Ve bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz “Hud Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı” ve bazı rivayette “Beni Hud Sûresi ihtiyarlattı.” buyurmuştur. Demek ki, Hakk’a vasıl olmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur. Herhangi iş olursa olsun, herhangi hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Böyle olmakla beraber her şeyden önce, bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur; ayrıca onunla ilgili çeşitli noktalardan ilişkisini kesip, sarsılmadan dosdoğru olan o çizgi üzerinde yürüyebilmek daha zordur. Ve yine istenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu âyette Resulullah’a “beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili olan kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili olan kısmı olsa gerektir. Zira buyuruluyor ki Seninle beraber tevbe edenler de. Yani şirkten tevbe edip de imanda seninle beraber bulunan, müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. Ve azmayın, yani Allah’ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey müslümanlar Çünkü muhakkak ki O, yani Rabb’in bütün yapacağınızı görür. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Görür ve ona göre karşılığını verir; ceza veya mükafat, karşılıksız bırakmaz. 113- Ve zulüm yapmış olanlara rükun etmeyin, yani, zulüm ve haksızlık yapanlara herhangi bir şekilde destek vermek, yakınlık gösterip yaltaklanmak şöyle dursun, meyil bile etmeyin, yüz vermeyin, ilgi göstermeyin ki sonra size ateş dokunur. Ve sizin Allah’dan başka dostlarınız yoktur, sonra mansur da olmazsınız, Allah’ın yardımına nail olamazsınız. Size dokunacak olan ateşten kendinizi kurtaramaz, kurtarıcı da bulamazsınız. 114- Ve namazı kıl, ve kıldır, gündüzün her iki tarafında ve gecenin zülfelerinde yani gündüzün başlıca değişme saatlerinin ikisinde ve gecenin zülfeleri, saçakları demek olan eteklerinde, gündüze yakın olan saatlerinde. Zülef Zülfe’nin çoğuludur ve Arapça’da çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir. Gündüz namazlarının kırâetinde cehir sesli okuma meselesinde sabah namazı gece namazlarından sayıldığı için “tarafeyi’n-nehar” dan murad öğle ve ikindi vakitleri, “zülefen mine’l-leyl”den maksat da akşam, yatsı ve sabah namazları olmak lazımgelir ki, İsra Sûresi’nde de “Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı gerçekten de şahitlidir.” İsra, 17/78 diye buyurulmuştur. Böylece öğle ile ikindiye tarafeyi’n-nehar denilmesinin sebebi şudur Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır. Şer’an de gündüz vaktinin sabah, öğle ve ikindi olmak üzere başlıca, üç bölümü, üç tarafı vardır. Nitekim bir başka âyette “Gündüzün tarafları” Tâhâ, 20/130 diye gündüzün üç tarafından söz edilmiştir. Sabah namazı güneş doğmadan önce olduğu için, sabah ve akşam namazları “zülefen mine’l-leyl” in kapsamı içinde kalmış olurlar. Böylece gündüz namazına iki taraf kalmış olur. Bununla beraber mutlak anlamda “gündüzün iki tarafı” tabiri gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı mânâsına geldiğinden, şer’î anlamda gündüz de fecir vaktinden geçerli olduğundan birçok âlim, bunun “Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et.” Tâhâ, 20/130 âyetini örnek alarak sabah namazı ile ikindi namazı olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Fakat bu şekilde tefsir edildiği takdirde, başka âyetlerde sarahatle yer almış olan öğle vakti burada hiç zikredilmemiş olur. Keşşaf sahibi gibi, birçokları da iki taraftan maksadın bir tarafın öğleden önce, bir tarafın da öğleden sonra demek olduğunu ifade etmişler, yani “gudüvv ve aşiyy” şeklinde anlamışlardır. Böyle alındığı takdirde birinci tarafta sabah namazı, ikinci tarafta da öğle ve ikindi namazları yer almış olur ki, böylece gündüz namazı olarak üç vakit namaz bulunmuş olur. Bu şekilde “tara-feyi’n-nehar” ifadesi ile diğer âyetteki aynı anlama gelmiş olur. Ve sabah namazı onun biri olur, diğer ikisi de öğle ve ikindi namazları olmuş olur. Gündüzün iki tarafında üç namaz yer almış olursa “zülefen mine’l-leyl” sözü de çoğul olduğudan ve en az üç namazı ifade etmesi gerektiğinden, o takdirde farz namazların sayısı beş değil, altı vakit olmuş olur, ki, bu altı vaktin biri bizzat peygamber efendimiz hakkında “Ve gece namazından olmak üzere teheccüd namazını da kıl, sırf sana mahsus nafileten bir namaz olarak.” İsrâ, 17/79 uyarınca fazla olarak teheccüd, ümmet hakkında da vitir altıncı namaz olmuş olur. Nitekim “Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et.” Tâhâ, 20/130 ifadeleri de en az altı sayıyı içerir. Şu kadar var ki, beş, bütün vecihlerce kesin, altıncısı ihtimal olarak vitir itikadi farz değil, ameli farzdır, başka bir deyişle vaciptir. Gerçekten de mutlak anlamda gündüzün iki tarafı denildiği zaman sabah ve ikindi, hatta sabah ve akşam dahi açıklık kazanırsa da burada bu iki tarafın karşılığı olan “zülefen mine’l-leyl” den olmadığı da belli olmak karinesiyle “tarafeyi’n-nehar” ifadesinden gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı demek olmayıp örfte başlıca üç kısım sayılan etrafı nehardan ikisi demek olması bizce bütün açılardan tercih edilmesi gereken bir tefsirdir. Gündüzün taraflarından iki taraf Öğle ile ikindi ve geceden üç zülfe Akşam, yatsı ve sabah olmak üzere hepsi tam beş vakit namazdır ki, ikamet aynı zamanda namaz kıldırmak anlamına da geldiğinden bunlar cemaatle kılınan namazlardır, ikamet sünnet, cemaat vaciptir. Hasılı işte bu beş vakit namazı ikame et. Zira şurası kesindir ki, iyilikler kötülükleri giderir. Yani her namaz bir hasenedir, beş vakit ise hasenattır. Hasenata devam edildikçe seyyiat, yani kötülükler silinir gider, işte bu muhakkaktır. Binaenaleyh beş vakit namaza devam edildikçe arada beşeriyet icabı işlenen bazı seyyiat da silinir gider. Beş vakit namaz, arada meydana gelebilecek küçük günahlara keffaret olur. Nitekim bir hadisi şerifte de varid olmuştur ki “Namazdan namaza kadar ikisi arasındakilere keffarettir, büyük günahlardan uzak durulduğu sürece”. Ayrıca “Muhakkak ki, namaz, çirkin ve kötü şeylerden uzak tutar.” Ankebut, 29/45 buyurulduğundan, namaza devam edildikçe, genellikle namaz kılanda kötülüklere ve günahlara karşı nefret duygusu gelişir. Böylece namaz insanları büyük günanlardan da uzaklaştırmaya, şayet alıştığı şeyler varsa onda pişmanlık uyandırıp tevbeye de sebep olur. O, yani namaz, yahut “doğru ol!” emrinden buraya kadar anlatılanlarla ilgili bu bölüm, düşünmeyi bilenlere bir hatırlatmadır. Yani aklıbaşında olan ve düşünebilen herkese bir öğüttür, bir vaaz ve nasihattır. Bu âyetlerde geçen emirler ve nehiyler bakınız ne kadar dikkat çekicidir Emirler ve diye dış görünüşte müfred olarak yalnızca Hz. Peygamber’e hitap edilmiştir, oysa mânâ itibariyle umuma, yani bütün ümmete aittir. Nehiylerde ise “azmayın” ve “zulmedenlere arka vermeyin.” diye yalnızca ümmete yöneltilmiştir. Ne ince, ne zarif bir ifade tarzıdır ki, hayır olan fiillerde Hz. Peygamber muhatap tutulmuş da ümmete ondan sirayet ettirilmiştir. Sakınca teşkil eden işlerden, yasaklanmış fiillerden nehye gelince de Hz. Peygamber’e hitaptan çekinilip ümmete geçilmiş ve bunun Peygambere ancak ümmeti dolayısıyla zımmen bir ilişkisi bulunduğu anlatılmıştır. Ve Hz. Peygamber’in şahsı bu gibi işlerden uzak tutulmuştur. Çünkü usul ilminde beyan olunduğu üzere, bir fiilden nehiy, o fiilin muhataptan sadır olması düşünülür ve tasavvur edilir olmasına bağlıdır. Vukuu ihtimali olmayan fiil nehyedilmez. Bundan dolayı nehiylerinin Peygamber’e yöneltilmeyip de ümmete yöneltilmesi ve ümmetin muhatap kabul edilmesi, bu gibi işlerin Hz. Peygamber hakkında asla düşünülemiyeceği ve ihtimal dahilinde bile olmadığı gerçeğini ortaya koyar. Şu halde Hz. Peygamber’e verilen doğruluk emrinin doğrulukta devam ve sebat etmesini temin demek olduğunu ve fakat buna rağmen ümmette doğruluktan ayrılmanın ve zalimlere meyil etmenin yine de mümkün ve muhtemel bulunduğunu ihtar vardır. Ve işte Hz. Peygamber’e “Hud Sûresi beni kocalttı” dedirten de âyetin bu ince belagati ile ümmetin doğruluktan sapma tehlikesinin bulunmasıdır. “Düşünmeyi bilenlere bir hatırlatmadır.” O halde bunlara iyi dikkat et. 115- Ve sabreyle, bu emirlerin icra ve ifası sırasında karşı karşıya kalacağın acılara katlan ve zalimlere karşı nusreti ve başarıyı hiç acele etmeden bekle. Çünkü muhakkak ki, Allah iyilik edenlerin ecrini zayi etmez. İyilik yapanların emeğini boşa çıkarmaz, bu muhakkak. Görülüyor ki buradaki sabır emri ile Yunus Sûresi’nin sonundaki “Sen sana vayolunan şeye uy ve sabret.” Yunus 10/109 emrine bir defa daha vurgu yapılarak, burası o icmalin bir tafsili ve bir tavzihi bir ayrıntısı ve açıklaması olduğu anlatılmıştır. Bunun üzerine geçmiş ümmetlerin ardarda azaba uğratılmalarının sebepleri özetle bir kere daha hatırlatılıyor. Böylece Muhammed ümmetini aydınlatmak ve Resululah’ı teselli etmek siyakında buyuruluyor ki Meâl-i Şerifi 116. Sizden önceki devirlerden bakıyye sahipleri kitap ehli yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı ne iyi olurdu. Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. O zulmedenler ise şımartıldıkları refahın peşine düştüler ve hepsi de suçlu oldular. 117. Senin Rabbin, halkları iyi ve ıslahatçı iken, o memleketleri haksız yere helak edecek değildir. 118. Eğer Rabbin dileseydi elbette bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Halbuki yine de ihtilaf edip duracaklardı. 119. Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun içindir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin “Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım” sözü böylece tamam oldu. 116- Şimdi sizden önceki çağlardan yeryüzünde fesattan engelleyen bazı bakiyye sahipleri bulunsaydı yani, Musevi ve İsevi gibi eski dinlere mensup olanlardan bakiyyeye hizmet eden, dindar, hayra yarar, faziletli gruplar bulunsaydı da yeryüzünde bozgunculuğa engel olsalard Ancak içlerinden kurtuluşa erdirdiğimiz pek az kimselerden başkası yoktur. İçlerinden o zulüm yapanlar ise, yani, azınlıkta olan o kurtulmuşları dinlemeyip bilfiil fesat yaparak veya kötülükten vazgeçirme görevini terkederek, kendilerine zulmetmiş, kendi helaklerine sebep olmuş olanlar ise refahla zevk arkasına düştüler. hep mücrim oldular. İşte daha önceki çağlarda helak olan kavimlerin helaklerine sebep olan şey başlıca bu ikisidir Birincisi içlerinde fesattan engelleyecek faziletli bir cemaatın bulunmayışı, bulunsa bile yetersiz kalışıdır. Birisi de refaha ermiş olanların zevk ve safa düşkünlüğü ve bu suretle halkın baştan çıkmasına sebep olmaları. 117- Yoksa ahalisi muslihler, yani salih ve ıslahtan yana kişiler olan bir memleketi durup dururken, Rabbinin haksız olarak helak etmesi olur şey değil. Hak etmeden helak olmaz. Yani, bir memleketin gerek idare eden ve gerek edilen ahalisi, zulme ve bozgunculuğa meydan vermeyen salih ve ıslahatçı kimseler iken, Allah herhangi bir zulüm ile o memleketi helak etmez. Böyle bir ihtimal yoktur. Allah’ın kendisi zalim olmaktan münezzeh olduğu gibi, ahali iyiliği ve ıslahatı sürdürdüğü müddetçe zaten zulmetme niyetinde olanlar da zulüm ve haksızlık için meydan bulamaz. Bunun için salih olmak kâfi gelmez, ayrıca muslih olmak da gerekir. Allah, memleketleri, ancak halkları ıslahkar “ahalisi ıslahat yapan kimseler” oldukları sürece helak etmez. Hakkın ihlak edişi, ancak memleket ahalisinin ıslahattaki eksiklikleri, zulüm ile fesadın meydan almasına sebebiyyet vermeleri yüzündendir. Nitekim “İçimizde salihler varken yine de helak olur muyuz?” diye Resulullah’a sorulduğunda, o da “Evet, eğer hubüs, yani pislik çoğalırsa” diye cevap vermiştir. Maide, Sûresi’nde “Ey iman edenler, size düşen kendinizi düzeltmektir. siz doğru yolda olduğunuz sürece yolunu şaşırmışlar size zarar veremezler.” 5/105, Enfal Sûresi’nde “Öyle bir fitneden korkun ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz…8/25 âyetlerine bkz. Hud Sûresi’ndeki bu âyetin bir benzeri de En’âm Sûresi’nde geçmişti, fakat orada “Bunun sebebi, Rabbinin, bir memleket halkını gaflette oldukları bir halde, haksız yere helak etmeyişidir.” 6/131 buyurulmaktadır. Bunun bir benzeri de ilerde Kasas Sûresi’nde gelecektir ki, orada da “Rabbin memleketlerin ana merkezine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe onları helak etmiş değildir. Biz o memleketleri, halkı zalim olmadıkça helak edecek değildik.” Kasas, 28/59. Bu son âyet gafletin mânâsını açıkladığı gibi, ıslahatın karşıtının da zulüm ve haksızlık yapılması demek olduğunu ortaya koyar. 118- Bununla beraber Rabbin dileseydi, elbette insanların hepsini bir tek ümmet yapardı. “İnsanlar bir tek ümmetten başka bir şey değillerdi” Yunus, 10/19 âyeti gereğince zaten balangıçta hepsi bir tek ümmet ve bir tek aile idi. Âdem ailesi idi. Sonra dileseydi hepsini hakka hidayet ederdi, İslâm üzerinde birlik ve beraberlik halinde tutardı, ihtilafa, anlaşmazlığa, bölünüp parçalanmaya izin vermezdi. Sonuna kadar bir tek millet, tevhid inancı üzere giden bir tek cemaat yapardı. Halbuki öyle yapmamış da sürekli olarak anlaşmazlıklar çıkarıp duruyorlar. Demek ki, Allah Teâlâ, hepsinin bir ümmet olmasını dilememiş. Hepsine tevhid inancını ve doğruluğu emretmekle beraber, ihtilaflara imkân bırakmış da çeşitli zevkler, çeşitli tutkular ve farklı isteklerle Hakk’a karşı çıkıp duruyorlar. 119- Ancak Rabbi’nin merhamet ettikleri, rahmetine mazhar kıldıkları müstesnadır. Ki bunlar, ihtilafa düşmezler, Hakk’a karşı gelmezler. Tevhidden ve istikametten ayrılmazlar, birlik ve beraberlik içinde bir ümmet olurlar. Ve zaten onları bunun için halketti, yani tevhidden ayrılmasınlar, anlaşmazlıklara düşmesinler ve bir tek ümmet olsunlar diye yarattı. İşte bu müstesnaları bunun için yarattı veya rahmet kılınmış olanların dışında kalanları ihtilafa düşsünler diye yarattı. Veyahut bütününü “Bakalım hanginiz daha güzel ameller işleyecek.” Mülk, 67/2 hikmetiyle imtihan ve yarışma gerçekleşsin, muhalif ve muvafık ayrılsın diye yarattı. Ve böylece ihtilaf edip duranlar hakkında Rabbinin işte şu kelimesi tastamam yerini buldu Bir kısmı cinlerden ve bir kısmı insanlardan olmak üzere cehennemi elbet dolduracağım. Bakara, 2/253. âyetin tefsirine bkz. Meâl-i Şerifi 120. Peygamberlere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir. 121. İmana gelmeyen o kâfirlere de ki “Elinizden geleni geri koymayın! Biz de yapacağımızı yapacağız.” 122. Siz bekleyin görün, biz de bekleyip göreceğiz. 123. Göklerin ve yerin gaybını bilmek yalnızca Allah’a mahsustur. Her iş O’na döndürülür. Sen yalnızca O’na ibadet et ve yalnızca O’na dayan. Rabbin yaptıklarınızın hiçbirinden gafil değildir. 120- Sana peygamberlerin hayatlarıyla ilgili bilgilerden bazı önemli kısımları, kalbini onlarla yatıştırmak, onlarla pekiştirmek için hikaye ediyoruz. Önemli kısımların her türlüsünü sana anlatıyoruz ve daha anlatacağız. Bunda, yani bu sûrede de sana hak geldi. Anlaşmazlık ihtimali olmayan hakikatın kendisi geldi. Aynı zamanda müminler için bir mev’iza ve muhtıra, yani bir öğüt ve ibret niteliğindeki bilgiler geldi. 121- İmana gelmeyen o kâfirlere de de ki Halinize ve gücünüze göre yapabileceğinizi yapın. Yani sizin bütün gücünüz imansızlığa yetiyor, o imansızlıkta da istediğiniz kâfirliği yapın. Yapabileceğinizi yapmaktan geri kalmayın bakalım. Muhakkak ki, biz de yapacağımızı yapacağız. Şurası kesindir ki, hakkı tasdik edeceğiz ve Rabbimizden gelen emir ve uyarıları kabul edip iman yolunda çalışmaya devam edeceğiz. Ve gözleyin. Şu müminlere felaket gelecek diye bekleyip durun, muhakkak ki, biz de gözlemekteyiz. Yani Rabbimizin vaatlerini ve sizin gibi imansızların başına gelebilecek kötü akıbetleri, sizin korkunç sonunuzu biz de inançla gözleyip durmaktayız. 122- İmana gelmeyen o kâfirlere de de ki Halinize ve gücünüze göre yapabileceğinizi yapın. Yani sizin bütün gücünüz imansızlığa yetiyor, o imansızlıkta da istediğiniz kâfirliği yapın. Yapabileceğinizi yapmaktan geri kalmayın bakalım. Muhakkak ki, biz de yapacağımızı yapacağız. Şurası kesindir ki, hakkı tasdik edeceğiz ve Rabbimizden gelen emir ve uyarıları kabul edip iman yolunda çalışmaya devam edeceğiz. Ve gözleyin. Şu müminlere felaket gelecek diye bekleyip durun, muhakkak ki, biz de gözlemekteyiz. Yani Rabbimizin vaatlerini ve sizin gibi imansızların başına gelebilecek kötü akıbetleri, sizin korkunç sonunuzu biz de inançla gözleyip durmaktayız. 123-Bakalım kim zararlı çıkacak göreceğiz. Onlara şunu da haber ver ve de ki Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Göklerdeki ve yerdeki bütün gizlilikler, bütün sırlar yalnızca Allah’a aittir. Onları bilmek de Allah’a mahsustur. Yani gayb olan gizli sırları yaratmak, icad etmek, bilmek ve bildirmek, zamanı gelince açığa çıkarmak vs. bütün bu hususlar, gayb ile ilgili bütün işlemler Allah’a mahsustur. Bütün külli varlıkları, bütün cüz’i parçacıkları, varı ve yoğu, hazırları ve gaipleri, olmuşları ve olacakları bilen ancak O’dur. O’na gizli olan hiçbir şey yoktur. Ve emir, bütünüyle O’na irca olunur. Bütün emirler, kararlar, hükümler ve işler, hepsi, hepsi O’na döndürülür. Hazırda veya gaipte hiçbir emir yoktur ki, O’na dayanmasın. O’na dayandırılmadan hakkında bir hüküm verilmek mümkün olabilsin. O’na dayandırılmadan iki kere iki dört eder demek bile mümkün olmaz. İşte bundan dolayı, sen yalnızca O’na ibadet et, O’na kulluk eyle! Ve O’na tevekkül eyle! Her işte emir ve kumandayı, yetkiyi O’na verip, O’na güvenip, O’nun emirlerine uygun hareket eyle! Yani, ibadetsiz ve amelsiz kuru kuruya tevekkülün de faydası yoktur. Sen kulluğunu yap, O’nun emrini yerine getir ve öyle tevekkül eyle. Rabbin amellerinizin hiçbirinden gafil değildir. Bu sûrenin sonu ile Tevbe Sûresinin sonu arasında belagatlı bir tekrar ve teyid bulunmaktadır. Zira onun son emri de yalnızca Allah’la yetinmek ve yalnızca O’na güvenmek gerektiğini vurguluyordu. Bu sûrenin bu şekildeki hatimesi, bundan sonra gelecek olan Yusuf Sûresi’ne de bir geçiş, bir hazırlık özelliği taşır. zira Yusuf Sûresi, Allah’a tevekkül eden bir kulun, ne kadar çok yönlü haksızlığa uğrarsa uğrasın, Allah’ın yardımıyla hepsinden kurtulup düze çıkacağını göstermektedir. Beni Hud, Vakıa, Mürselat, Nebe, Tekvir sureleri ihtiyarlattıHud Süresi Kur’an-ı Kerim’in 11. suresidir. 123 ayet, 1715 kelime, 7605 harftir. Mekkidir. Ayet sonlarına ahenk veren fasıla harfleri Be, Dal, Zel, Ra, Ze, Sad, Tı, Zı, Kaf, Lam, Mim-Nun’dur. Sure, adını 50 ile 65 ayetler arasında kıssası zikredilen Hz. Hud’dan almıştır. Mirac’tan sonra konusu, davet, korkutma, uyarma, Allah’ın kitabı ve Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa peygamberlerin kıssalarıdır. Surenin nüzulünden önce Resulullah’ı koruyan amcası Ebu Talib ile Hz. Hatice vefat etmiş, müşriklerin baskıları artmış ve bu şartlarda Hz. Peygamber en sıkıntılı zamanlarını yaşamıştır. İslam tarihçilerinin “Hüzün yılı” ve “Fetret dönemi” dedikleri bu dönemde inen Hud suresi hakkında Resulullah “Beni Hud, Vakıa, Mürselat, Nebe, Tekvir sureleri kocalttı” buyurmuşturHud suresinin ilk bölümü Kur’an-ı Kerim’den bahsetmekte, sonra geçmiş peygamberlerin gayb haberleri, kafirlerin nasıl yalanladıkları ve azabı çağırdıkları Kur’an-ı Kerim”Elif, Lam, Ra. Bu, ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi olan ve her şeyden haberdar bulunan Allah tarafından birer birer açıklanmış bir kitaptır” 1.Kur’an-ı Kerim, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kesin, sağlam, uyumlu, veciz, beliğ, fasih, açık, fazlalık ve eksikliği olmayan bir kitap, bir ferman bir kanun ve öğüttür. Bu kitap, Arapça konuşan bir kavme anlaşılsın diye apaçık bir Arapça ile indirilmiştir .Ona şiir diyenlere onun gibi bir sure getirin denildiğinde, kafirler taklit etmek istemişler fakat gülünç birtakım laf kalabalığı yapmaktan öteye gidememişler ve “Peygamberin onu, hevasından konuşmadığını, ancak vahyedileni aktardığını anlamışlardır. Bu kitabı bile bile yalanlayanların sonları çok acıklı suresinin başlangıcındaki Elif, Lam, Ra buyruğu hakkında müfessirler“Bununla ne murad edildiğini en iyi bilen Allah’tır” demişlerdir. Ayrıca, bu harflerle başlayan her sürede mutlaka Kur’an’dan söz edilmektedir. Bu huruf-ı mukattaa harfleri Kur’an’dan önce de Araplar tarafından şiirde kullanılmaktaydı. Onlar hiç bir zaman Kur’an’ın bir ayetinin benzerini bile harfler, işte onlara karşı bu meydan okuma ve aciz bırakmaya da işarettir “Yoksa onu kendi mi uydurdu diyorlar? De ki Eğer doğru söylüyorsanız hadi öyleyse onun surelerine benzer uydurma on sure getirin. Hem de Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın. Söylediğinizi yapamazlarsa bilin ki o ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. Ondan başka ilah yoktur. Artık müslümansınız değil mi?” 13-14.Hud suresi, Kur’an-ı Kerim’in sağlamlığını böylece daha girişte sunduktan sonra, itikadi hakikatleri ortaya koymaktadır. Allah’tan başkasına ibadet edilmez. Dönüş Allah’adır Yeryüzünde debelenen bütün canlıların rızkı Allah’a aittir. Onun karar yerini de geçici bulunduğu yeride bilir Bunların tümü apaçık bir gökleri ve yeri, insanların amel bakımından hangisinin daha iyi olduğunu denemek için yaratmıştır. Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse orda onlara yapıp ettikleri tastamam ödenir; hiçbir eksikliğe uğramaksızın. Ancak onların yaptıkları boşa çıkmıştır ve ahirette onlara ateş azabı vardır. Kur’an’a inanan, salih amellerde bulunan, Rablerine kalbleri tatmin olmuş halde bağlanan müslümanlar ise Cennet halkıdırlar ve orada temelli suresi, bu giriş kısmından sonra geçmiş peygamberlerin gayb haberlerini surede kıssaları zikredilen Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, İshak, Yakub, Şuayb, Musa ve Hz. Peygamber gibi peygamberlerin hepsi, Allah’ın birliğine ve sadece O’na itaate çağırmışlardır. Ancak hepsinin de kendi kavimleri yalanlamışlar ve Allah’ın azabıyla helak olmuşlardır. Bu kıssaların anlatılmasının sebebini de yine Hud suresinin son ayetlerinden öğreniyoruz“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi anlatıyoruz ki, kavminden gördüğün haksız davranışlara karşı kalbin kuvvet bulsun, ruhun açılsın. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir” 120.Öğüt ve ibret almacak kıssaların özü şöyledir Hz. Nuh, puta tapan, kötü, zalim, fasık, vicdansız milletine Ulu’l-Azm peygamberlerin ilki olarak gönderildi. Milletini Allah’a ibadete çağırdıysa da onu dinlemediler, yalanladılar, alaya aldılar ve azabı çağırmasını Nuh, Allah’ın emriyle bir gemi yaptı; her cinsten birer çifti, aleyhine hüküm verilmemiş olan çoluk çocuğunu gemiye aldı. Tufan çıktığında gemide çok az inanan vardı. Geride kalanların hepsi, Hz. Nuh’un karısı ve kafir olan oğlu da helak olmuşlardı. Tufan bittikten sonra Nuh’un gemisinden inen mü’minler yeryüzünde halifeler bunlardan çoğalanlardan ad kavmi, Ahkaf’ta İrem diye anılır her türlü imkana sahip olmakla büyüklendiler, ayetleri bile bile inkar ettiler. Allah, Hz. Hud gönderdi. onlar da azabı istediler. Bunun üzerine pınarları kurudu, yeşillikleri kalmadı, ünlü İrem bağları yok oldu, hayvanları Hud onları tevbe etmeye çağırdıysa da yine putlara tapmaya devam ettiler. Sonunda ufukta gördükleri bir bulutu yağmur bulutu sandılar. Halbuki o azabı getiren buluttu. Her şeyin kökünü kurutan bir rüzgar insanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi söküp attı. Rezillik azabını dünya hayatında tattılar, hepsi yok oldular. Allah, Hud ve inananları rahmetiyle Salih ile gönderildiği Semud milletinin kıssası da aynı şekilde tebliğ, yalanlama, azabı çağırma ve yok olma safhalarını anlatır. Şiddetli bir yer sarsıntısı hepsini yok etti, sanki orada hiç yaşamamış gibi İbrahim Hz. Hud ile kurtulan müslümanların meydana getirdiği yeni nesildendi. Sabiiler, Babil medeniyeti ile büyüklendiler Nemrut, “Allah dostu” Hz. İbrahim ateşe Cenab-ı Allah İbrahim kurtardı. O, Babil’i terkettiğinde ardında yalnızca ona inanan Lut vardı. Babası bile kafirler arasında kalmıştı. Hz. İbrahim ve yanındakiler bereketli topraklara gittiler. Tevhid dini, “İbrahim milleti” yoluyla yaşadı .Lut aralarında fuhşun, cinsi sapıklığın yayılarak azgınlaştığı bir ulus olan Sedom’a peygamber olarak gönderildi. Hz. Lut, İbrahim’e ilk inanan, iyilerden, ilim ve hikmet sahibiydi. Ama her peygamber gibi onu da yalanladılar. Lut, Allah’a dua etti. Allah’, Hz. İbrahim’e İshak’ı müjdeleyen iki melek gönderdiği zaman İbrahim Sedom’un yok edileceğini de melekler Lut yanına genç, güzel erkekler şeklinde gittiklerinde Hz. Lut çok sıkıldı. Sedomlular da bu tanınmamış güzel erkeklerin etrafını sardılar. Lut konuklarını rahat bırakmalarım, isterlerse kızlarını verebileceğini söylediyse de Sedomlular sarhoşluk içinde azmışlardı “Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun. Doğrusu ne istediğimizin farkındasın” 79 Lut çaresiz bir haldeyken melekler kimliklerini açıkladılar, olacakları ona anlattılar. Sabah yakınken Lut’un evinin etrafındaki azgınlar genç erkek kılığındaki meleklere saldırınca kör edildiler. Lut karısı dışında kalan ailesini aldı ve yola çıktı. Sabah olunca korkunç çığlık Sedomluları yakaladı, üzerlerine taş yağdı, ülkeleri altüst oldu, hepsi helak ve Eyke halkına peygamber olarak gönderilen Şuayb * mücadelesi sonunda bu halkların da sonu aynı Semud milleti gibi oldu. Korkunç bir gürültüyle yurtlarında çöküp helak oldular. Surede son olarak da Hz. Musa* yalanlayarak denizde boğulan Firavun dan söz edilmiş ve bütün yalanlayıcı kafirlerin dünyada da ahirette de lanetlendikleri bildirilerek bu kıssalarla ilgili olarak şöyle söylenilmiştir“Bunlar sana doğru haber olarak aktardığımız geçmişlerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmıştır hala izleri vardır; yeryüzünü geniş görün kimi de biçilmiş ekin gibi yerle bir edilmiş, izi bile kalmamıştır” 100. Yüce Allah onların kendi nefislerine zulmettiklerini azab geldiğinde taptıkları ilahlarının hiç bir fayda sağlamadığını; Allah’ın yakalayı vermesinin pek acıklı ve şiddetli olduğunu; ahiret azabından korkanlara bunda kesin ayetler olduğunu beyan suresinin bu son bölümünde anlatılan kıssalardan ibret alınmalıdır“Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O yapmakta olduklarınızı görendir” 112. Zulme sapanlara eğilim göstermeyin, sizin veliniz ancak Allah’tır. Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Sabret. Rahmet olunanların dışındakiler cehenneme şu ayetle sona ermektedir “Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin. Senin Rabbin yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir” 123.Kafirlerin, azgın ulusların hemen her peygamberi yalanladıklarını ve azabı hak ettiklerini, bu kıssalardan anlıyoruz. Bütün sapık milletlerin, aynı üslupla nebileri ve resulleri yalanladıkları gibi, Resulüllah’ın kavminin de onu yalanladığı görülmektedir Sen de bizim gibi bir insansın, özelliğin ne ki? Kitabı sen uydurdun. Senin sözünle, biz ilahlarımızı terkedecek değiliz. Biz üstünüz; siz peygamberler yumuşak baslı ve zayıfsınız, koruyucunuz da yok. Birer melek olsaydınız ya gibi sözlerle…İşte hep bu yüzden onlar azabı hak ettiler. Allah onlara zulmetmedi, kendileri nefislerine zulmettiler. Bu, Allah’ın her zaman geçerli olan bir kanunudur. Ve Allah zalimleri yeryüzünde mirasçı kılmaz, amellerini boşa Sait ŞİMŞEKKaynak Şamil İslam Ansiklopedisi 1 Hud Suresi 116-117. Ayetler Kur’an Sohbetleri 9 Ağustos 2022 Gösterim 12 2 Hud Suresi 114-115. Ayetler – Namazların Birleştirilmesi Kur’an SohbetleriFgOoOm0a2AkFgOoOm0a2Ak 2 Ağustos 2022 Gösterim 65 3 Hud Suresi 109-113. Ayetler Kur’an Sohbetleri 27 Temmuz 2022 Gösterim 80 4 Hud Suresi 96-104. Ayetler Kur’an Sohbetleri 5 Temmuz 2022 Gösterim 125 5 Hud Suresi 84-95. Ayetler Kur’an Sohbetleri 28 Haziran 2022 Gösterim 107 6 Hud Suresi 69-83. Ayetler Kur’an Sohbetleri 21 Haziran 2022 Gösterim 191 7 Hud Suresi 61-68. Ayetler Kur’an Sohbetleri 14 Haziran 2022 Gösterim 147 8 Hud Suresi 50-60. Ayetler Kur’an Sohbetleri 7 Haziran 2022 Gösterim 124 9 Hud Suresi 36-49. Ayetler Kur’an Sohbetleri 31 Mayıs 2022 Gösterim 136 10 Hud Suresi 25-35. Ayetler Kur’an Sohbetleri 25 Mayıs 2022 Gösterim 123 11 Hud Suresi 18-24. Ayetler Kur’an Sohbetleri 17 Mayıs 2022 Gösterim 134 12 Hud Suresi 15-17. Ayetler Kur’an Sohbetleri 11 Mayıs 2022 Gösterim 112 13 Kur’an Sohbetleri Hud Suresi 13-14. Ayetler 26 Nisan 2022 Gösterim 156 14 Kur’an Sohbetleri Hud Suresi 12. Ayet 20 Nisan 2022 Gösterim 159 15 Kur’an Sohbetleri Hud Suresi 8-11. Ayetler 13 Nisan 2022 Gösterim 168 16 Kur’an Sohbetleri Hud Suresi 7. Ayet 6 Nisan 2022 Gösterim 192 17 Kur’an Sohbetleri Hud Suresi 5-6. Ayetler 30 Mart 2022 Gösterim 173 18 Kur’an Sohbetleri Hud Suresi 1-4. Ayetler 23 Mart 2022 Gösterim 213 19 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 107-109. Ayetler 16 Mart 2022 Gösterim 188 20 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 101-106. Ayetler 9 Mart 2022 Gösterim 151 21 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 99-100. Ayetler 2 Mart 2022 Gösterim 196 22 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 93-98. Ayetler 23 Şubat 2022 Gösterim 180 23 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 75-86. Ayet 9 Şubat 2022 Gösterim 258 24 Kur’an Sohbetleri Yunus 71-74. Ayetler 2 Şubat 2022 Gösterim 234 25 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 65-70. Ayetler 26 Ocak 2022 Gösterim 300 26 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 61-64. Ayetler 19 Ocak 2022 Gösterim 331 27 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 59-60. Ayetler 12 Ocak 2022 Gösterim 355 28 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 54-58. Ayetler 5 Ocak 2022 Gösterim 379 29 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 45-53. Ayetler 29 Aralık 2021 Gösterim 363 30 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 41-44. Ayetler 22 Aralık 2021 Gösterim 340 31 Kur’an Sohbetleri Yunus Suresi 38-40. Ayetler 15 Aralık 2021 Gösterim 342 32 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 37. AYET 8 Aralık 2021 Gösterim 330 33 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 31-36. AYETLER 1 Aralık 2021 Gösterim 371 34 Kur’an Sohbetleri YUNUS 26-30. AYETLER 24 Kasım 2021 Gösterim 366 35 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 21-25. AYETLER 17 Kasım 2021 Gösterim 330 36 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 15-20. AYETLER 10 Kasım 2021 Gösterim 329 37 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 7-14. AYETLER 3 Kasım 2021 Gösterim 286 38 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 4-6. AYETLER 27 Ekim 2021 Gösterim 306 39 Kur’an Sohbetleri YUNUS SURESİ 1-3. AYETLER 20 Ekim 2021 Gösterim 259 40 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 123-129. AYETLER 13 Ekim 2021 Gösterim 174 41 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 119-122. AYETLER 5 Ekim 2021 Gösterim 182 42 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 113-118. AYETLER 28 Eylül 2021 Gösterim 183 43 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 107-112. AYETLER 21 Eylül 2021 Gösterim 216 44 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 97-106. AYETLER 15 Eylül 2021 Gösterim 192 45 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 90-96. AYETLER 8 Eylül 2021 Gösterim 334 46 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 81-89. AYETLER 31 Ağustos 2021 Gösterim 498 47 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 74-80. AYETLER 24 Ağustos 2021 Gösterim 763 48 Kur’an Sohbetleri SIKINTILAR VE BOLLUKLA İMTİHAN 17 Ağustos 2021 Gösterim 776 49 Kur’an Sohbetleri RESUL VE TEBLİĞ 17 Ağustos 2021 Gösterim 735 50 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 71-73. AYETLER 4 Ağustos 2021 Gösterim 51 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 64-70. AYETLER 27 Temmuz 2021 Gösterim 990 52 Kur’an Sohbetleri BÜYÜK GÜNAHLAR 20 Temmuz 2021 Gösterim 53 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 61-63. AYETLER 14 Temmuz 2021 Gösterim 927 54 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 58-60. AYETLER 6 Temmuz 2021 Gösterim 906 55 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 53-57. AYETLER 30 Haziran 2021 Gösterim 883 56 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 43-52. AYETLER 23 Haziran 2021 Gösterim 872 57 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 38-42. AYETLER 16 Haziran 2021 Gösterim 832 58 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 36-37. AYETLER 9 Haziran 2021 Gösterim 822 59 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 34-35. AYETLER 2 Haziran 2021 Gösterim 807 60 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 32-33. AYETLER 26 Mayıs 2021 Gösterim 678 61 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 30-31. AYETLER 19 Mayıs 2021 Gösterim 607 62 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 29. AYET CİZYE 12 Mayıs 2021 Gösterim 489 63 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 28. AYET Müslüman olmayanlar Mekke’ye giremez mi? 5 Mayıs 2021 Gösterim 506 64 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 25-27. AYETLER 28 Nisan 2021 Gösterim 462 65 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 23-24. AYETLER 21 Nisan 2021 Gösterim 369 66 Kur’an Sohbetleri ORUÇ İLE İLGİLİ AYETLER 15 Nisan 2021 Gösterim 288 67 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 17-22. AYETLER 6 Nisan 2021 Gösterim 325 68 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 16. AYET 31 Mart 2021 Gösterim 306 69 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 9-15. AYETLER 24 Mart 2021 Gösterim 335 70 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 5-8. AYETLER 17 Mart 2021 Gösterim 361 71 Kur’an Sohbetleri TEVBE SURESİ 1-5. AYETLER 10 Mart 2021 Gösterim 380 72 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 72-75. AYETLER 3 Mart 2021 Gösterim 334 73 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 67-71. AYETLER 25 Şubat 2021 Gösterim 322 74 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 65-66. AYETLER 17 Şubat 2021 Gösterim 315 75 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 59-64. AYETLER 10 Şubat 2021 Gösterim 389 76 Kur’an Sohbetleri ‬ENFAL SURESİ 52-58. AYETLER 5 Şubat 2021 Gösterim 317 77 Kur’an Sohbetleri ‬ENFAL SURESİ 50-51. AYETLER 27 Ocak 2021 Gösterim 364 78 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 49. AYET 21 Ocak 2021 Gösterim 355 79 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 45-48. AYETLER 14 Ocak 2021 Gösterim 362 80 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 41-44. AYETLER 6 Ocak 2021 Gösterim 370 81 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 35-40. AYETLER 30 Aralık 2020 Gösterim 393 82 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 31-34. AYETLER 23 Aralık 2020 Gösterim 364 83 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 28-30. AYETLER 16 Aralık 2020 Gösterim 393 84 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 17-23. AYETLER 2 Aralık 2020 Gösterim 415 85 Kur’an Sohbetleri ‬ENFAL SURESİ 13-16. AYETLER 26 Kasım 2020 Gösterim 394 86 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 9-12. AYETLER 18 Kasım 2020 Gösterim 440 87 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 5-8. AYETLER 5 Kasım 2020 Gösterim 417 88 Kur’an Sohbetleri ENFAL SURESİ 1-4. AYETLER 29 Ekim 2020 Gösterim 458 89 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 204-206. AYETLER 22 Ekim 2020 Gösterim 339 90 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 200-204. AYETLER 15 Ekim 2020 Gösterim 329 91 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 189-199. AYETLER 8 Ekim 2020 Gösterim 376 92 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 188. AYET 1 Ekim 2020 Gösterim 369 93 Kur’an Sohbetleri SUR’A ÜFLENMESİ 24 Eylül 2020 Gösterim 354 94 Kur’an Sohbetleri KUR’AN’DA KIYAMET SAATİ 17 Eylül 2020 Gösterim 349 95 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 184-186. AYETLER 10 Eylül 2020 Gösterim 301 96 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 180-183. AYETLER 3 Eylül 2020 Gösterim 332 97 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 179. AYET VE DEVAMI 28 Ağustos 2020 Gösterim 300 98 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 175-178. AYETLER 20 Ağustos 2020 Gösterim 298 99 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 172-174. AYETLER 13 Ağustos 2020 Gösterim 319 100 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 168-171. AYETLER 5 Ağustos 2020 Gösterim 340 101 Kur’an Sohbetleri ÂYET VE HADİSLERE GÖRE KURBAN İBADETİ ‬ 30 Temmuz 2020 Gösterim 282 102 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 163-167. AYETLER 24 Temmuz 2020 Gösterim 314 103 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 158-162. AYETLER 15 Temmuz 2020 Gösterim 350 104 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 154-157. AYETLER 8 Temmuz 2020 Gösterim 330 105 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 138-153. AYETLER 1 Temmuz 2020 Gösterim 344 106 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 127-137. AYETLER 24 Haziran 2020 Gösterim 326 107 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 103-126. AYETLER 17 Haziran 2020 Gösterim 389 108 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 100-102. AYETLER 10 Haziran 2020 Gösterim 332 109 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 94-99. AYETLER 3 Haziran 2020 Gösterim 319 110 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 85-93. AYETLER 26 Mayıs 2020 Gösterim 342 111 Kur’an Sohbetleri KADİR GECESİ 19 Mayıs 2020 Gösterim 305 112 Kur’an Sohbetleri A’RÂF SURESİ 73-78. AYETLER 13 Mayıs 2020 Gösterim 324 113 Kuran Sohbetleri A’RAF SURESİ 65-72 ARASI AYETLER 6 Mayıs 2020 Gösterim 383 114 Kur’an Sohbetleri NAMAZ VAKİTLERİNİN EVRENSEL ÖLÇÜLERİ 30 Nisan 2020 Gösterim 378 115 Kur’an Sohbetleri ORUCA BAŞLAMA VE BİTİŞ VAKİTLERİ 23 Nisan 2020 Gösterim 415 116 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 59-64. AYETLER 16 Nisan 2020 Gösterim 444 117 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 57-58. AYETLER 9 Nisan 2020 Gösterim 431 118 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 53-56. AYETLER 2 Nisan 2020 Gösterim 430 119 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 52. AYET 26 Mart 2020 Gösterim 431 120 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 42-51. AYETLER 19 Mart 2020 Gösterim 406 121 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 37-41. AYETLER 13 Mart 2020 Gösterim 385 122 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 34-37. AYETLER 5 Mart 2020 Gösterim 389 123 Kur’an Sohbetleri ARAF SÛRESİ 31-32. AYETLER 27 Şubat 2020 Gösterim 443 124 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 29-30. AYETLER 20 Şubat 2020 Gösterim 413 125 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 26-28. AYETLER 13 Şubat 2020 Gösterim 393 126 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 10-25. AYETLER 7 Şubat 2020 Gösterim 445 127 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 4-9. AYETLER 30 Ocak 2020 Gösterim 411 128 Kur’an Sohbetleri ARAF SURESİ 1-3. AYETLER 23 Ocak 2020 Gösterim 538 129 Kur’an Sohbetleri KUR’AN’A DAİR KURGULAR VE GERÇEKLER 16 Ocak 2020 Gösterim 302 130 Kur’an Sohbetleri İSLAM VE TİCARET 10 Ocak 2020 Gösterim 343 131 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 159-165. AYETLER 3 Ocak 2020 Gösterim 443 132 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 154-157. AYETLER 26 Aralık 2019 Gösterim 255 133 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 150-153. AYETLER 19 Aralık 2019 Gösterim 215 134 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 148-150. AYETLER 12 Aralık 2019 Gösterim 261 135 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 146-147. AYETLER 6 Aralık 2019 Gösterim 194 136 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 142-145. AYETLER 28 Kasım 2019 Gösterim 193 137 Kur’an Sohbetleri DÜNYA HAYATININ ANLAMI 21 Kasım 2019 Gösterim 229 138 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 141. AYET 14 Kasım 2019 Gösterim 163 139 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 136-140. AYETLER 7 Kasım 2019 Gösterim 178 140 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 133-135. AYETLER 31 Ekim 2019 Gösterim 176 141 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 128 – 132. AYETLER 24 Ekim 2019 Gösterim 139 142 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 122 – 127. AYETLER 17 Ekim 2019 Gösterim 136 143 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 118 – 121. AYETLER 10 Ekim 2019 Gösterim 162 144 Kur’an Sohbetleri EN’ÂM SÛRESİ 113-117. AYETLER 3 Ekim 2019 Gösterim 142 145 KUR’AN SOHBETLERİ EN’ÂM SÛRESİ 111 VE DEVAMI AYETLER 26 Eylül 2019 Gösterim 125 146 KUR’AN SOHBETLERİ EN’ÂM SÛRESİ 108-111. AYETLER 19 Eylül 2019 Gösterim 126 147 KUR’AN SOHBETLERİ EN’ÂM SÛRESİ 106-108. AYETLER 12 Eylül 2019 Gösterim 120 148 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ 106-107 ARASI AYETLER 5 Eylül 2019 Gösterim 116 149 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ 100-106 ARASI AYETLER 29 Ağustos 2019 Gösterim 159 150 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ 95-99 ARASI AYETLER 22 Ağustos 2019 Gösterim 128 151 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ 93-94 ARASI AYETLER 11 Temmuz 2019 Gösterim 154 152 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 91-92 ARASI AYETLER 4 Temmuz 2019 Gösterim 138 153 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 83-90 ARASI AYETLER 27 Haziran 2019 Gösterim 137 154 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 74-83 ARASI AYETLER 20 Haziran 2019 Gösterim 134 155 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 68-73 ARASI AYETLER 14 Haziran 2019 Gösterim 126 156 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 63-67 ARASI AYETLER 3 Mayıs 2019 Gösterim 525 157 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 61-64 ARASI AYETLER 25 Nisan 2019 Gösterim 158 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 60-62 ARASI AYETLER 18 Nisan 2019 Gösterim 466 159 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 56-59 ARASI AYETLER 11 Nisan 2019 Gösterim 339 160 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 54-59 ARASI AYETLER 4 Nisan 2019 Gösterim 389 161 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 50-53 ARASI AYETLER 28 Mart 2019 Gösterim 423 162 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 42-49 ARASI AYETLER 21 Mart 2019 Gösterim 442 163 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 37-41 ARASI AYETLER 14 Mart 2019 Gösterim 399 164 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 32-36 ARASI AYETLER 7 Mart 2019 Gösterim 394 165 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 19-31 ARASI AYETLER 28 Şubat 2019 Gösterim 450 166 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 11-18 ARASI AYETLER 21 Şubat 2019 Gösterim 391 167 KUR’AN SOHBETLERİ ENAM SURESİ TEFSİRİ 1-11 ARASI AYETLER 12 Şubat 2019 Gösterim 590 168 KUR’AN SOHBETLERİ HER KÂFİR YALANCIDIR ENAM 6/27 5 Şubat 2019 Gösterim 326 169 KUR’AN SOHBETLERİ KUR’AN’DAN KİMLER İSTİFADE EDER 29 Ocak 2019 Gösterim 334 170 KUR’AN SOHBETLERİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN VESİLELER 22 Ocak 2019 Gösterim 628 171 KURAN SOHBETLERİ KİMSE MÜŞRİĞİM DEMEZ ENAM 6/22-24 15 Ocak 2019 Gösterim 380 172 KUR’AN SOHBETLERİ İSLAM’IN EVRENSELLİĞİ EN’AM 6/19-21 8 Ocak 2019 Gösterim 286 173 KUR’AN SOHBETLERİ KUR’AN’IN EVRENSELLİĞİ 1 Ocak 2019 Gösterim 261 174 Kuran Sohbetleri İnsanı Kamil Uydurması 25 Aralık 2018 Gösterim 347 175 Allah’a Teslim Olmak En’am 12-15. Ayetler 18 Aralık 2018 Gösterim 176 Kur’an’da Yolculuk ve Amaçları En’am 11. Ayet 11 Aralık 2018 Gösterim 700 177 Nebimize Kur’an’dan Başka Mucize Verilmiş Midir? En’am 7-10. Ayetler 4 Aralık 2018 Gösterim 534 178 Allah Her Şeyi Bilir En’am 1-6. Ayetler 27 Kasım 2018 Gösterim 636 179 Dinin Bozulmasının Canlı Örneği Namaz Vakitleri En’am 3-6. Ayetler 20 Kasım 2018 Gösterim 708 180 Ecel En’am 2. Ayet 13 Kasım 2018 Gösterim 636 181 Dünya Düz Mü Yuvarlak Mı? En’am 1. Ayet 6 Kasım 2018 Gösterim 182 İsa Aleyhisselam’ın Mucizeleri Maide 109. Ayet ve Devamı 30 Ekim 2018 Gösterim 589 183 Mahşerde Rasullerle Yüzleşme Maide 109. Ayet 23 Ekim 2018 Gösterim 679 184 Vasiyet ve Kadının Şahitliği Maide 106-108. Ayetler 16 Ekim 2018 Gösterim 523 185 Tebliğ Görevi ve Bireysel Sorumluluğumuz Maide 103-105. Ayetler 9 Ekim 2018 Gösterim 186 Soru Sorma Özgürlüğü Maide 101 ve 102. Ayetler 2 Ekim 2018 Gösterim 698 187 Çoğunluk Hakikatin Ölçüsü mü? Maide 100. Ayet 25 Eylül 2018 Gösterim 601 188 İnsanları Uyarma Görevi Maide 77-81. Ayet 18 Eylül 2018 Gösterim 779 189 Dinde Aşırılık Maide 77. Ayet 11 Eylül 2018 Gösterim 595 190 Rasul ve Tebliğ Maide 99. Ayet 4 Eylül 2018 Gösterim 649 191 İhramlıyken Avlanma Yasağı Maide 94-98. Ayetler 24 Temmuz 2018 Gösterim 490 192 Uyuşturucu Maddelerin Haramlığı Maide 90-93. Ayetler 17 Temmuz 2018 Gösterim 193 İçkinin Yasaklanması ve Tedricilik Maide 90. Ayet 10 Temmuz 2018 Gösterim 805 194 Yemin Keffâreti Maide 89. Ayet 3 Temmuz 2018 Gösterim 569 195 Ehl-i Kitaptan Mümin Olanlar Maide 82-86. Ayetler 19 Haziran 2018 Gösterim 516 196 Hristiyanlıktaki Teslis İnancı Maide 72-76. Ayetler 15 Mayıs 2018 Gösterim 624 197 Kur’an’a Yönelik Saldırılar Maide 70 ve 71. Ayetler 8 Mayıs 2018 Gösterim 812 198 İsrailoğulları’nın Kur’an’a Karşı Tutumları Maide 70. Ayet 1 Mayıs 2018 Gösterim 685 199 Ehli Kitap Ne Zaman Kafir Olur? Maide 69. Ayet 24 Nisan 2018 Gösterim 681 200 Müslümanın Görevi Kur’an’a Uyma Maide 67-68. Ayetler 17 Nisan 2018 Gösterim 808 201 Gerçek Zenginliğin Yolu Maide 66. Ayet 10 Nisan 2018 Gösterim 834 202 Yahudilerin Çıkmazları Maide 64-66. Ayetler 3 Nisan 2018 Gösterim 486 203 İslam’da Ticaret Ahlakı Çiftlik Bank Örneği 27 Mart 2018 Gösterim 600 204 Günahta Yarışan Dindarlar Maide 60-63. Ayetler 20 Mart 2018 Gösterim 205 Ehli Kitaptan Maymunlaşan ve Domuzlaşanlar Maide 60-63. Ayetler 13 Mart 2018 Gösterim 713 206 Ehli Kitabın Müslümanlardan İntikamı Maide 59. Ayet 6 Mart 2018 Gösterim 665 207 Tasdik Bağlamında Namaz Maide 55-57. Ayetler 27 Şubat 2018 Gösterim 611 208 Mü’minlerin Yakın Dostu Sadece Mü’minlerdir Maide 55-57. Ayetler 20 Şubat 2018 Gösterim 664 209 Ehli Kitapla Savaşta Nebevi Siyaset Maide 54-56. Ayetler 13 Şubat 2018 Gösterim 556 210 Dinden Dönme ve Zındıklık Maide 53-54. Ayetler 6 Şubat 2018 Gösterim 576 211 Ehl-i Kitaptan Münafıklar Maide 51-52. Ayetler 30 Ocak 2018 Gösterim 545 212 Savaş Ahlakı 23 Ocak 2018 Gösterim 426 213 Yahudiler ve Hristiyanlarla İlişkiler Cizye Maide 51. Ayet 16 Ocak 2018 Gösterim 854 214 Yahudi ve Hristiyanlarla İlişkiler Maide 51. Ayet 9 Ocak 2018 Gösterim 949 215 Ehli Kitapla İlişkiler Maide 50-51. Ayetler 2 Ocak 2018 Gösterim 607 216 Hadisler Vahiy Olabilir mi? Maide 48-49. Ayetler 26 Aralık 2017 Gösterim 712 217 Önceki Şeriatler Maide 48. Ayet 19 Aralık 2017 Gösterim 669 218 Muhammed Aleyhisselam ve Kur’an Maide 48. Ayet 12 Aralık 2017 Gösterim 725 219 İsa Aleyhisselam ve İncil Maide 48. Ayet 5 Aralık 2017 Gösterim 625 220 Kısasta Hayat Vardır Maide 45. Ayet 28 Kasım 2017 Gösterim 673 221 Allah’ın İndirdiğiyle Hükmetmeyenler Maide 44. Ayet 24 Kasım 2017 Gösterim 827 222 Tevrat Kime Verildi? Maide 43-44. Ayetler 14 Kasım 2017 Gösterim 645 223 Kafirlikte Yarışanlar Maide 41-42. Ayetler 7 Kasım 2017 Gösterim 579 224 Hırsızlık Suçu ve Cezası Maide 38-20. Ayetler 31 Ekim 2017 Gösterim 761 225 Küfür ve Şirk Maide 36-37. Ayetler 24 Ekim 2017 Gösterim 625 226 Şirke Alet Edilen Ayet Maide 35. Ayet 17 Ekim 2017 Gösterim 752 227 Toplumsal Güvenliği İhlal Suçu ve Cezası Maide 32-34. Ayetler 10 Ekim 2017 Gösterim 610 228 Kur’an’da Kuşların Dünyası Maide 27-32. Ayetler 3 Ekim 2017 Gösterim 229 Kendini Büyük Görmek Maide 15-26. Ayetler 28 Eylül 2017 Gösterim 916 230 İmtihanı Kaybettiren Benlik Yarışı Maide 17,18 ve 19. Ayetler 22 Eylül 2017 Gösterim 841 231 Allah Kime Lanet Eder? 8 Eylül 2017 Gösterim 232 Allah’a Verilen Sözde Daima Adil Olmak 5 Eylül 2017 Gösterim 637 233 Adaletten Şaşmamak Maide 8-10. Ayetler 22 Ağustos 2017 Gösterim 706 234 Yargısız İnfaz Mâide 7-8. Ayetler 23 Mayıs 2017 Gösterim 786 235 Allah’a Verilen Söz 16 Mayıs 2017 Gösterim 236 Abdestte Ayağa Mesh Meselesi Maide 6. Ayet 9 Mayıs 2017 Gösterim 237 Evlenmede Namuslu Olma Şartı 2 Mayıs 2017 Gösterim 238 Haram Kılınan Hayvansal Gıdalar Maide 3. Ayet 25 Nisan 2017 Gösterim 239 Dosta ve Düşmana Karşı Tavrımız Ne Olmalı? 18 Nisan 2017 Gösterim 240 Şirk Tehlikesi 11 Nisan 2017 Gösterim 241 Kitaplara İman’ın Anlamı Nisa 136 Ankabut 46 4 Nisan 2017 Gösterim 999 242 Miras Nisa 28 Mart 2017 Gösterim 899 243 Kafir’lik Kendini Büyük Görmektir Nisa 172 ve 21 Mart 2017 Gösterim 244 Din’de Aşırılık Nisa 171 ve 14 Mart 2017 Gösterim 245 İnsanlığa Çağrı Nisa 7 Mart 2017 Gösterim 246 Müslümanların Kur’an Karşısındaki Tavırları Nisa 28 Şubat 2017 Gösterim 247 Nebi ve Resul Nisa 21 Şubat 2017 Gösterim 248 Ehli Kitap’tan Mümin Olanlar 14 Şubat 2017 Gösterim 249 Her Haram Bir Mahrumiyet Doğurur Nisa 160-162. Ayetler 7 Şubat 2017 Gösterim 250 Ehli Kitapla İlişkiler Nisa 3 31 Ocak 2017 Gösterim 251 Ehli Kitapla İlişkiler Nisa 2 25 Ocak 2017 Gösterim 252 Ehli Kitapla İlişkiler Nisa 17 Ocak 2017 Gösterim 253 Allah İle Resul’lerinin Arasını Ayırmak Nisa-148-149 ve 150. Ayetler 3 Ocak 2017 Gösterim 254 Müslümanların Baş Belası Münafıklar II 27 Aralık 2016 Gösterim 255 Müslümanların Baş Belası Münafıklar Nisa 138 ve Devamı 20 Aralık 2016 Gösterim 256 İman Konusunda Verilen İmtihan Nisa 137 ve 13 Aralık 2016 Gösterim 257 Kafirlik Müşriklik ve Munafıklık Nisa ve Devamı 6 Aralık 2016 Gösterim 258 İmanın Şartları Nisa 136 29 Kasım 2016 Gösterim 259 Takva Nisa Suresi 131 ve 22 Kasım 2016 Gösterim 260 Nüşuz ve Kadına Darp Nisa-128 ve 15 Kasım 2016 Gösterim 261 Nisa suresi 125 ve 8 Kasım 2016 Gösterim 262 Nisa suresi 122 ve 2 Kasım 2016 Gösterim 263 Yüzü Suyu Hürmetine Dua – Nisa Suresi 117. Ayet 28 Ekim 2016 Gösterim 264 En Büyük Din İstismarı Şirk – Nisa Suresi 116-121. Ayetler 18 Ekim 2016 Gösterim 265 İcma 11 Ekim 2016 Gösterim 266 Peygamberlerin İsmet Sıfatı – Nisa Suresi 113. Ayet 4 Ekim 2016 Gösterim 267 Tevbe İstiğfar – Nisa Suresi 110-112. Ayetler 27 Eylül 2016 Gösterim 268 Münafıklara Karşı Takınılacak Tavır 4 – Nisa Suresi 105. Ayet ve Devamı 20 Eylül 2016 Gösterim 269 Kur’an Yorumlanabilir mi? – Nisa Suresi 105. Ayet ve Devamı 6 Eylül 2016 Gösterim 270 Düşmanı Etkisizleştirmenin İlkeleri – Nisa Suresi 101-104. Ayetler 30 Ağustos 2016 Gösterim 271 Yolculukta Namaz – Nisa Suresi 101-103. Ayetler 23 Ağustos 2016 Gösterim 272 Münafıklara Karşı Takınılacak Tavır 3Tevbe Suresi Bağlamında 16 Ağustos 2016 Gösterim 273 Münafıklara Karşı Takınılacak Tavır 2 9 Ağustos 2016 Gösterim 274 Müslümanın Ana Görevi Cihad – Nisa Suresi 31 Mayıs 2016 Gösterim 275 Adam Öldürmenin Cezası – Nisa Suresi 92-93. Ayetler 24 Mayıs 2016 Gösterim 276 Münafıklara Karşı Takınılacak Tavır – Nisa Suresi 88-91. Ayetler 18 Mayıs 2016 Gösterim 277 Münafıklık – Nisa Suresi 89-90. Ayetler 10 Mayıs 2016 Gösterim 278 Allah’a ve Ahiret Gününe İman – Nisa Suresi 86-87. Ayetler 3 Mayıs 2016 Gösterim 279 Şefaat İnancı – Nisa Suresi 85. Ayet 26 Nisan 2016 Gösterim 280 Müslüman-Gayrimüslim İlişkileri – Nisa Suresi 84. Ayet 19 Nisan 2016 Gösterim 281 Yetkililere İtaat – Nisa Suresi 12 Nisan 2016 Gösterim 282 Kur’an’ı Çelişkili Olarak Gösterenler – Nisa Suresi 5 Nisan 2016 Gösterim 283 Kitap-Resul İlişkisi – Nisa Suresi 80-82. Ayetler 29 Mart 2016 Gösterim 284 Bollukla ve Sıkıntı ile İmtihan 22 Mart 2016 Gösterim 285 Canı Pahasına İmtihanı Kazanmak 15 Mart 2016 Gösterim 286 Nisa Süresi 71. Ayet Ve Devamı Allah Yolunda Cihad 8 Mart 2016 Gösterim 287 Nisa Süresi 65-70. Ayetler İntihar Eylemleri 1 Mart 2016 Gösterim 288 Nisa Süresi 60-65. Ayetler Müslümanların Kur’ân’dan Kaçışı 23 Şubat 2016 Gösterim 289 Nisa Süresi 58-59. Ayetler Halifelik Makamı 2 16 Şubat 2016 Gösterim 290 Nisa Süresi 58-59. Ayetler Halifelik Makamı 9 Şubat 2016 Gösterim 291 Nisa Süresi 56-57. Ayetler Hocaları Sorgulayan Müslüman 2 Şubat 2016 Gösterim 292 Nisa Süresi 53-54. Ayetler Hikmetsiz Kalan Müslümanların Çaresizliği 26 Ocak 2016 Gösterim 293 Nisa Süresi 48-52. Ayetler Müslümanların Kimlik Bunalımı 19 Ocak 2016 Gösterim 294 Nisa Süresi 47. Ayet Kur’ân’a Güvenmemenin Acı Sonuçları 12 Ocak 2016 Gösterim 295 Nisa Süresi 44-46 Ayet Ayetleri Tahrif 5 Ocak 2016 Gösterim 296 Nisa Süresi 43. Ayet Abdestte Çıplak Ayağa ve Çoraplara Mesh 29 Aralık 2015 Gösterim 297 Nisa Süresi 41-42. Ayetler Kafir İle Günahkarın Farkı 22 Aralık 2015 Gösterim 298 Harcama Kültürü, Nisa 16 Aralık 2015 Gösterim 299 Nisa Süresi 36. Ayet Anne-Babaya İyi Davranmak 8 Aralık 2015 Gösterim 300 Nisa Süresi 36. Ayet Müslümanları Batıran Şirk 1 Aralık 2015 Gösterim 301 Nisa Süresi 35. Ayet Aile Hakemliği 24 Kasım 2015 Gösterim 302 Nisa Süresi 34. Ayet Kadının Dövülmesi Meselesi 2 17 Kasım 2015 Gösterim 303 Nisa Süresi 34. Ayet Kadının Dövülmesi Meselesi 10 Kasım 2015 Gösterim 304 Nisa Süresi 33. Ayet Mirasta Kadın-Erkek Dengesi ve Avliyye 3 Kasım 2015 Gösterim 305 Nisa Süresi 32. Ayet Kendimizi Keşfedelim 27 Ekim 2015 Gösterim 306 Büyük Günahlar 20 Ekim 2015 Gösterim 307 Sorgulamayan Müslümanlar Ve İntihar Eylemleri 13 Ekim 2015 Gösterim 308 Nisa Süresi 29. Ayet Ve Devamı Faizli Kredi Ekonomiyi Öldürür 6 Ekim 2015 Gösterim 309 Hac’da Şeytan Taşlama 29 Eylül 2015 Gösterim 310 Nisa Süresi 26-28. Ayetler Allah’ın İradesi Ve Sünnetullah 22 Eylül 2015 Gösterim 311 Nisa Süresi 25. Ayet Ve Devamı Recim Cezası Konusunda Şii-Sünni İttifakı 15 Eylül 2015 Gösterim 312 Nisa Süresi 25. Ayet Evlenmede Öncelik Sıralaması 8 Eylül 2015 Gösterim 313 Nisa Süresi 24. Ayet Muta Nikahı 1 Eylül 2015 Gösterim 314 Nisa Süresi 22-23. Ayetler Hürmet-i Müsahare 25 Ağustos 2015 Gösterim 315 Mekkeli Müşrikler Bir Nebi Beklentisi İçindemiydiler 18 Ağustos 2015 Gösterim 316 Nisa Süresi 20-21. Ayetler “Evlenme Ve Boşanma Kolay Olmalı” 11 Ağustos 2015 Gösterim 317 Nisa Süresi 19. Ayet Kadına Yönelik Şiddet 4 Ağustos 2015 Gösterim 318 Nisa Süresi 17-18. Ayetleri Tevbe 28 Temmuz 2015 Gösterim 319 Nebimizin Yürüttüğü İç Politika Son Olaylara Kur’an Penceresinden Bakış 21 Temmuz 2015 Gösterim 320 Kur’ân’a Göre İftar ve İmsak Vakitleri 16 Haziran 2015 Gösterim 321 Nisa Süresi 15-16. Ayetler Batı Güdümüne Giren Müslümanların Perişan Hali 9 Haziran 2015 Gösterim 322 Kur’an’a Göre İmsak Vakti – 6 Haziran 2015 Gösterim 323 Kur’an’a Göre İmsak Vakti – 2 Haziran 2015 Gösterim 324 Nisa Süresi 13-14. Ayetleri Allah’ın Koyduğu Sınırların Aşılması ve Kader 26 Mayıs 2015 Gösterim 325 Nisa Süresi 12. Ayet ve Kelale 19 Mayıs 2015 Gösterim 326 Nisa Süresi 12. Ayet – Miras Konuları 12 Mayıs 2015 Gösterim 327 Miras Ayetleri Bağlamında Vasiyet – 2 5 Mayıs 2015 Gösterim 328 Nisa Süresi 11. Ayet – Miras Paylaşımı 29 Nisan 2015 Gösterim 329 Nisa Süresi 11. Ayet 21 Nisan 2015 Gösterim 330 Nisa Süresi 8. Ayet – Miras Vasiyet 14 Nisan 2015 Gösterim 331 Nisa Süresi 8. Ayet – Miras 7 Nisan 2015 Gösterim 332 Nisa Süresi 6. Ayet – Miras’da Asabelik 31 Mart 2015 Gösterim 333 Nisa Süresi 6. Ayet – Yetim ve Öksüz Çocuklar 24 Mart 2015 Gösterim 334 Nisa Süresi – Çok Eşlilik 17 Mart 2015 Gösterim 335 Nisa Süresi – Evlilik Yaşı 10 Mart 2015 Gösterim 336 Nisa Süresi 1. Ayeti ve Devamı – Kadın ve Erkeğin Yaratılışı 3 Mart 2015 Gösterim 337 Al-i İmrân Süresi 196 – Dünyalıkla İmtihan 24 Şubat 2015 Gösterim 338 Al-i İmrân Suresi 188. Ayet – Yaratılan Ayetlerdeki Zikir 17 Şubat 2015 Gösterim 339 Al-i İmrân Suresi 187. Ayet – Kur’ân’ı Anlatma Görevi 10 Şubat 2015 Gösterim 340 Al-i İmrân Suresi 186. Ayet – Gayrimüslimlerle İlişkiler 3 Şubat 2015 Gösterim 341 Al-i İmrân Suresi 183. Ayet – Geleneksel Dinin Çıkmazları 27 Ocak 2015 Gösterim 342 Al-i İmrân Suresi 180. Ayet – Cimrilik Eden Kendine Eder 20 Ocak 2015 Gösterim 343 Ali İmran Suresi 179- Ayet – Kur’an’ı Merkeze Koyma Zorunluluğu 13 Ocak 2015 Gösterim 344 Al-i İmrân Suresi 169-172. Ayetler – Güven ve Kararlılık 6 Ocak 2015 Gösterim 345 Al-i İmrân Suresi 164-168. Ayetler – Allah’ın Bilgisi ve Kader 30 Aralık 2014 Gösterim 346 Al-i İmrân Suresi 156-161. Ayetler – Hoşgörülü ve İlkeli Olmak 23 Aralık 2014 Gösterim 347 Al-i İmrân Suresi 149-154. Ayetler – Sabır ve Cihat İmtihanı 3 16 Aralık 2014 Gösterim 348 Al-i İmrân Suresi 142-148. Ayetler – Sabır ve Cihat İmtihanı 2 9 Aralık 2014 Gösterim 349 Al-i İmrân Suresi 140-142. Ayetler – Sabır ve Cihat İmtihanı 2 Aralık 2014 Gösterim 350 Al-i İmrân Suresi 137-140. Ayetler – Allah’a Güvenenler En Üstünlerdir 25 Kasım 2014 Gösterim 351 Al-i İmrân Suresi 137-139. Ayetler-Sünnetullah Kavramı 18 Kasım 2014 Gösterim 352 Al-i İmrân Suresi 132-136. Ayetler 11 Kasım 2014 Gösterim 353 Al-i İmrân Suresi 130-131. Ayetler – Faiz ve Ekonomi 4 Kasım 2014 Gösterim 354 Al-i İmrân Suresi 121-129. Ayetler 28 Ekim 2014 Gösterim 355 Al-i İmrân Suresi 116-120. Ayetler 21 Ekim 2014 Gösterim 356 Al-i İmrân Suresi 109-115. Ayetler 14 Ekim 2014 Gösterim 357 Kurban İbadeti ve Bayram Ahlakı 30 Eylül 2014 Gösterim 358 Ehl’i Kitap ile İlişkiler 23 Eylül 2014 Gösterim 359 Gayri Müslimler ile İlişkiler 16 Eylül 2014 Gösterim 360 Al-i İmrân Suresi 104-108. Ayetler 9 Eylül 2014 Gösterim 361 Al-i İmrân Suresi 100-105. Ayetler – Allah’ın İpine Sarılmak 2 Eylül 2014 Gösterim 362 Al-i İmrân Suresi 98-101. Ayetler 26 Ağustos 2014 Gösterim 363 Âl-i İmrân Suresi 19 Ağustos 2014 Gösterim 364 Âl-i İmrân Suresi 12 Ağustos 2014 Gösterim 365 Tevbe Nedir? Nasıl Yapılır? 7 Ağustos 2014 Gösterim 366 Yatsı Namazı ve İmsak Vakti 24 Haziran 2014 Gösterim 367 Esirlere Yapılması Gereken Muamele 17 Haziran 2014 Gösterim 368 Ali-İmran Suresi 90. Ayet 10 Haziran 2014 Gösterim 369 Ali-İmran Suresi 85-89. Ayetler 3 Haziran 2014 Gösterim 370 Ali-İmran Suresi 83-84. Ayetler 27 Mayıs 2014 Gösterim 371 Ali-İmran Suresi 81-82. Ayetler 20 Mayıs 2014 Gösterim 372 Ali-İmran Suresi 81. Ayet 13 Mayıs 2014 Gösterim 373 Ali-İmran Suresi 78-80. Ayetler – Nebimizin Sözleri Vahiy midir? 6 Mayıs 2014 Gösterim 374 Ali-İmran Suresi 78. Ayet – Kur’an ile Aldatanlar-3 Paralel Din 29 Nisan 2014 Gösterim 375 Ali-İmran Suresi 78. Ayet – Kur’an ile Aldatanlar-2 Paralel Din 22 Nisan 2014 Gösterim 376 Ali-İmran Suresi 78. Ayet – Kur’an ile Aldatanlar-1 Paralel Din 15 Nisan 2014 Gösterim 377 Ali-İmran Suresi 77. Ayet 8 Nisan 2014 Gösterim 378 Geçici Zaferi Kalıcı Hale Getirmek 1 Nisan 2014 Gösterim 379 Ali-İmran Suresi 70-77. Ayetler 25 Mart 2014 Gösterim 380 Ali-İmran Suresi 64-69. Ayetler 11 Mart 2014 Gösterim 381 Ali-İmran Suresi 64. Ayet – Dinler Arası Diyalog İhaneti 4 Mart 2014 Gösterim 382 Ali-İmran Suresi 60-64. Ayetler – Kur’an’da Mehdilik 25 Şubat 2014 Gösterim 383 Ali-İmran Suresi 56-59. Ayetler – İsa ve Adem Yaratılışları 18 Şubat 2014 Gösterim 384 Ali-İmran Suresi 51-55. Ayetler – İsa İstismarı 11 Şubat 2014 Gösterim 385 Ali-İmran Suresi 51-55. Ayetler – İsa İstismarı – 2 Şahs-i Manevi 11 Şubat 2014 Gösterim 386 Ali-İmran Suresi 49-51. Ayetler – İsa Hayatı 4 Şubat 2014 Gösterim 387 Yahudilere Temiz Yiyeceklerin Haram Kılınması 4 Şubat 2014 Gösterim 388 Adil Yargılama Nasıl Olmalıdır? – 4 28 Ocak 2014 Gösterim 389 Ali-İmran Suresi 44-48. Ayetler 28 Ocak 2014 Gösterim 390 Adil Yargılama Nasıl Olmalıdır? – 3 21 Ocak 2014 Gösterim 391 Ali-İmran Suresi 38-44. Ayetler – Meryem Ana 21 Ocak 2014 Gösterim 392 Adil Yargılama Nasıl Olmalıdır? – 2 14 Ocak 2014 Gösterim 393 Ali-İmran Suresi 33-37. Ayetler – Zekeriyya ve Meryem Ana 14 Ocak 2014 Gösterim 394 Adil Yargılama Nasıl Olmalıdır? 7 Ocak 2014 Gösterim 395 Ali-İmran Suresi 33. Ayet – Haddini Aşmak 31 Aralık 2013 Gösterim 396 Allah’ın Kullarını, Allah’ın Kitabına Davet 24 Aralık 2013 Gösterim 397 Ali-İmran Suresi 33. Ayet 17 Aralık 2013 Gösterim 398 Ali-İmran Suresi 30. Ayet 10 Aralık 2013 Gösterim 399 Ali-İmran Suresi 29. Ayet 3 Aralık 2013 Gösterim 400 Ali-İmran Suresi 28-30. Ayetler – Kafirleri Dost Edinmek 26 Kasım 2013 Gösterim 401 Ali-İmran Suresi 27. Ayet 19 Kasım 2013 Gösterim 402 Ali-İmran Suresi 26-27. Ayetler 12 Kasım 2013 Gösterim 403 Ali-İmran Suresi 19-25. Ayetler – Allah’ın Kitabına Teslim Olmak yada Olmamak 5 Kasım 2013 Gösterim 404 Ali-İmran Suresi 14-20. Ayetler – Müslümanların Kur’an Karşısındaki Tavırları 29 Ekim 2013 Gösterim 405 Dünya Sevgisi 22 Ekim 2013 Gösterim 406 Ali-İmran Suresi 8-12. Ayetler – Muhkem Müteşabih Ayetler – 3 8 Ekim 2013 Gösterim 407 Ali-İmran Suresi 7. Ayet – Muhkem Müteşabih Ayetler – 2 1 Ekim 2013 Gösterim 408 Muhkem ve Müteşabih Ayetler 24 Eylül 2013 Gösterim 409 Ali-İmran Suresi 5-6. Ayetler 17 Eylül 2013 Gösterim 410 Kur’an’da Furkan Kavramı 10 Eylül 2013 Gösterim 411 Ebubekir Sifil ve Faruk Beşer’e Cevaplar 27 Ağustos 2013 Gösterim 412 Kur’an’ı İkinci Sıraya Koymak 20 Ağustos 2013 Gösterim 413 Kur’an’ın Önceki Kitapları Tasdiki 20 Ağustos 2013 Gösterim 414 Ali-İmran Suresi 1-2. Ayetler 13 Ağustos 2013 Gösterim 415 Bakara Suresi 285-286 Ayetler 2 Temmuz 2013 Gösterim 416 Bakara Suresi 284-Ayet Kişinin İçinde Olanlardan Sorumluluğu 25 Haziran 2013 Gösterim 417 Bakara Suresi 283. Ayet – Vasiyet ve Rehin 18 Haziran 2013 Gösterim 418 Bakara Suresi 282. Ayet – 11 Haziran 2013 Gösterim 419 Kur’an’daki Musa-Hızır Kıssasının Kader Konusu ile İlgisi 4 Haziran 2013 Gösterim 420 Bakara Suresi 282. Ayet – Daru’ul-harpte Faiz, Borcun Zekata Sayılması ve Borcun Belgelenmesi 28 Mayıs 2013 Gösterim 421 Bakara Suresi 278-280. Ayetler 14 Mayıs 2013 Gösterim 422 Bakara Suresi 277-279. Ayetler-Kredi Sisteminin Ekonomiye Etkisi 7 Mayıs 2013 Gösterim 423 Bakara Suresi 275-276. Ayetler 30 Nisan 2013 Gösterim 424 Bakara Suresi 274. Ayet 23 Nisan 2013 Gösterim 425 Bakara Suresi 270-273. Ayetler – Yardımı İncitmeden Yapmak 16 Nisan 2013 Gösterim 426 Bakara Suresi 269. Ayet – Hikmet ve Sünnet 9 Nisan 2013 Gösterim 427 Bakara Suresi 267. Ayet 2 Nisan 2013 Gösterim 428 Bakara Suresi 262-266. Ayetler 26 Mart 2013 Gösterim 429 Kader İnancının Hesap Günündeki Yansımaları 19 Mart 2013 Gösterim 430 Kader İnancının Dini Hayata Yansımaları 12 Mart 2013 Gösterim 431 Allah’ın Bilgisi ile İlgili Ayetler 5 Mart 2013 Gösterim 432 Allah’ın Gayb Bilgisi 26 Şubat 2013 Gösterim 433 Doğru Allah İnancı 19 Şubat 2013 Gösterim 434 İnsanın Kaderi Ne Zaman Yazılır 12 Şubat 2013 Gösterim 435 Allah’ın İlmi ve İradesi 5 Şubat 2013 Gösterim 436 Bakara Suresi 261. Ayet ve Kader Konusuna Cevaplar 22 Ocak 2013 Gösterim 437 Kader Konusunda Yapılan Tenkitlere Cevaplar – 2 15 Ocak 2013 Gösterim 438 Kader Konusunda Yapılan Tenkitlere Cevaplar 8 Ocak 2013 Gösterim 439 Başımıza Gelenler Ne Zaman Yazılır? 1 Ocak 2013 Gösterim 440 Allah’ın Bilgisi ve Kader 25 Aralık 2012 Gösterim 441 Canlıların İlk Yaratılışı ve Yaratılışın Tekrarı 18 Aralık 2012 Gösterim 442 Bakara Suresi 258. Ayet – Üzeyir Allah’ın Oğlu mudur? 11 Aralık 2012 Gösterim 443 İbrahim As’ın Tağuta Karşı Tavrı 4 Aralık 2012 Gösterim 444 Bakara Suresi 257-258. Ayetler 27 Kasım 2012 Gösterim 445 İnandığı Gibi Yaşama Hürriyeti 20 Kasım 2012 Gösterim 446 Bakara Suresi 255. Ayet – Allah İnancı Ayetu’l Kursi 13 Kasım 2012 Gösterim 447 Bakara Suresi 254. Ayet 6 Kasım 2012 Gösterim 448 Resul Kavramının İçinin Boşaltılması 30 Ekim 2012 Gösterim 449 Kurban Bayramının Vakti ve Bayram İle İlgili Hükümler 23 Ekim 2012 Gösterim 450 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 16 Ekim 2012 Gösterim 451 Bakara Suresi 246-252. Ayetler – Allah’a Güvenen Kazanır 9 Ekim 2012 Gösterim 452 İddet Bekleyen Kadının Geçindirilmesi 2 Ekim 2012 Gösterim 453 Ölüm İddeti Bekleyen Kadının Evden Çıkması 2 Ekim 2012 Gösterim 454 Ölüm, Allaha Ait Bir Karardır 2 Ekim 2012 Gösterim 455 Bakara Suresi 240-245. Ayetler 2 Ekim 2012 Gösterim 456 Kaza Namazı Yoktur, Korku Namazı Nedir? 25 Eylül 2012 Gösterim 457 Bakara Suresi 235. Ayet 18 Eylül 2012 Gösterim 458 Bakara Suresi 234. Ayet 11 Eylül 2012 Gösterim 459 Bakara Suresi 233. Ayet 4 Eylül 2012 Gösterim 460 Bakara Suresi 230. Ayet 28 Ağustos 2012 Gösterim 461 Kadir Gecesi 14 Ağustos 2012 Gösterim 462 Evlilik İle İlgili Mezheplerin Hataları 7 Ağustos 2012 Gösterim 463 Oruçla Alakalı Güncel Meseleler 31 Temmuz 2012 Gösterim 464 Bakara Suresi 185-187. Ayetler 24 Temmuz 2012 Gösterim 465 Nikahın Denetlenmesi 26 Haziran 2012 Gösterim 466 Bakara Suresi 230. Ayet 19 Haziran 2012 Gösterim 467 Kadının Boşama Hakkı İftida 3 12 Haziran 2012 Gösterim 468 Kadının Boşanması 5 Haziran 2012 Gösterim 469 Boşanma Talak ve İftida 29 Mayıs 2012 Gösterim 470 Kur’an’da Erkeğin Eşini Boşaması 22 Mayıs 2012 Gösterim 471 İla ve Yemin 15 Mayıs 2012 Gösterim 472 Bakara Suresi 222. Ayet 8 Mayıs 2012 Gösterim 473 Farklı Dinden Olanların Evliliği 1 Mayıs 2012 Gösterim 474 Yetimlerle İlgili Ayetler 24 Nisan 2012 Gösterim 475 Artan Malın Hepsi Verilecek mi? 17 Nisan 2012 Gösterim 476 Peygamberi Yanlış Algılamak 10 Nisan 2012 Gösterim 477 Bakara Suresi 218-219. Ayetler – İçki ve Kumar Yasağı 3 Nisan 2012 Gösterim 478 Bakara Suresi 214-217. Ayetler 27 Mart 2012 Gösterim 479 Dinlerde Süreklilik ve Allah’ın Kitabına Uyma Zorunluluğu 20 Mart 2012 Gösterim 480 Kafir ve Münafıkların Davranışları 13 Mart 2012 Gösterim 481 Şeytan Taşlama 6 Mart 2012 Gösterim 482 Bakara Suresi 197-202. Ayetler 28 Şubat 2012 Gösterim 483 Hac Farklı Zamanlarda Yapılabilir mi? 21 Şubat 2012 Gösterim 484 Hac Kurbanı 14 Şubat 2012 Gösterim 485 Faizin Ekonomiye Etkileri – Servet Bayındır 7 Şubat 2012 Gösterim 486 Ekonomi Krediye Değil Zekatla Gelişir 31 Ocak 2012 Gösterim 487 Ceza Yargılamasında Objektif Delil 24 Ocak 2012 Gösterim 488 Bakara Suresi 190-191. Ayetler – Savaş Hukukunun Temel Kuralı 17 Ocak 2012 Gösterim 489 Bakara Suresi 188. Ayet – 1 – Rüşvet 10 Ocak 2012 Gösterim 490 Bakara Suresi 188. Ayet – 2 – Hilal Hesapla Belirlenir 10 Ocak 2012 Gösterim 491 Bakara Suresi 183-187. Ayetler 3 Ocak 2012 Gösterim 492 Çağdaş Kölelik Sistemi – Kredi 27 Aralık 2011 Gösterim 493 Özel Hayatın Gizliliği 20 Aralık 2011 Gösterim 494 Bakara Suresi 180-183. Ayetler – Vasiyet ve Miras 13 Aralık 2011 Gösterim 495 Bakara Suresi 180-181. Ayetler – Mirası Paylaştırma Görevi 6 Aralık 2011 Gösterim 496 Bakara Suresi 178-179. Ayetler – Ölüm Cezası 29 Kasım 2011 Gösterim 497 Bakara Suresi 178-179. Ayetler – Kur’an’da Kısas Cezası 22 Kasım 2011 Gösterim 498 Bakara Suresi 177. Ayet – Allah Yolunda İyi Olanlar 15 Kasım 2011 Gösterim 499 Ayet ve Hadislere Göre Kurban İbadeti 1 Kasım 2011 Gösterim 500 Allah’ın Evliyası Kimlerdir? 25 Ekim 2011 Gösterim 501 Bakara Suresi 172-175. Ayetler – Helal Gıda 18 Ekim 2011 Gösterim 502 B. 171. Ayet – Kalp, Göz ve Kulakların Mühürlenmesi Ne Demektir? 11 Ekim 2011 Gösterim 503 Bakara Suresi 168-170. Ayetler – Hayvan Kesimi ve Deniz Ürünleri 4 Ekim 2011 Gösterim 504 Bakara Suresi 163-167. Ayetler – Allah İle İlişkiyi Koparmak 27 Eylül 2011 Gösterim 505 Bakara Suresi 159-162. Ayetler – Ayetleri Gizlemek Küfürdür 20 Eylül 2011 Gösterim 506 Bakara Suresi 158. Ayet – Geleneğin Kur’an ve Sünnet Anlayışı 13 Eylül 2011 Gösterim 507 Bakara Suresi 155-157. Ayetler – Sıkıntıyı Bunalıma Dönüştürmemek 6 Eylül 2011 Gösterim 508 Kadir Gecesi 23 Ağustos 2011 Gösterim 509 Sosyal ve Ekonomik Açıdan Zekat 16 Ağustos 2011 Gösterim 510 Kur’an ve Sünnet Işığında Teravih Namazı 9 Ağustos 2011 Gösterim 511 Bakara Suresi 183-186. Ayetler – Oruç 2 Ağustos 2011 Gösterim 512 Bakara Suresi 154. Ayet 5 Temmuz 2011 Gösterim 513 Kutuplara Yapılan İkinci Yolculuk 30 Haziran 2011 Gösterim 514 Bakara Suresi 153. Ayet – Allah’tan Başkasından Yardım İstenir mi? 14 Haziran 2011 Gösterim 515 Bakara Suresi 152. Ayet – Allah’ı Zikir 7 Haziran 2011 Gösterim 516 Bakara Suresi 152. Ayet – Kur’an’da Hikmet Kavramı 31 Mayıs 2011 Gösterim 517 Bakara Suresi 151-152. Ayetler – Sahabenin Kur’an Eğitimi 24 Mayıs 2011 Gösterim 518 Bakara Suresi 142-150. Ayetler -“Kıblenin Değişmesi” 17 Mayıs 2011 Gösterim 519 Bakara Suresi 142. Ayet 10 Mayıs 2011 Gösterim 520 Bakara Suresi 139-141. Ayetler 3 Mayıs 2011 Gösterim 521 Bakara Suresi 135-138. Ayetler 26 Nisan 2011 Gösterim 522 Kur’an’da Peygamber Algısı 19 Nisan 2011 Gösterim 523 Bakara Suresi 130-134. Ayetler 12 Nisan 2011 Gösterim 524 Bakara Suresi 124-130. Ayetler 5 Nisan 2011 Gösterim 525 İbrahim Geçirdiği İmtihanlar – 2 29 Mart 2011 Gösterim 526 İbrahim Geçirdiği İmtihanlar 22 Mart 2011 Gösterim 527 Bakara Suresi 124-128. Ayetler 15 Mart 2011 Gösterim 528 Bakara Suresi 122-123. Ayetler 8 Mart 2011 Gösterim 529 Bakara Suresi 121. Ayet 1 Mart 2011 Gösterim 530 Bakara Suresi 120. Ayet 22 Şubat 2011 Gösterim 531 Bakara Suresi 117-119. Ayetler 15 Şubat 2011 Gösterim 532 Bakara Suresi 116. Ayet 8 Şubat 2011 Gösterim 533 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 1 Şubat 2011 Gösterim 534 Bakara Suresi 114-115. Ayetler 25 Ocak 2011 Gösterim 535 Bakara Suresi 113. Ayet 18 Ocak 2011 Gösterim 536 Bakara Suresi 110-112. Ayetler 11 Ocak 2011 Gösterim 537 Bakara Suresi 109. Ayet – “Ehl-i Kitabın Kıskançlıkları” 4 Ocak 2011 Gösterim 538 Bakara 108. Ayet – “Ehl-i Kitap ve Müşriklerin Peyg. İstekleri” 28 Aralık 2010 Gösterim 539 Bakara Suresi 105-107. Ayetler – İlahi Kitaplarda Nesh 21 Aralık 2010 Gösterim 540 Bakara Suresi 104. Ayet – İlahi Kitapların Tahrifi 14 Aralık 2010 Gösterim 541 Bakara Suresi 102-104. Ayetler 7 Aralık 2010 Gösterim 542 Bakara Suresi 97-102. Ayetler 30 Kasım 2010 Gösterim 543 Bakara Suresi 91-96. Ayetler 23 Kasım 2010 Gösterim 544 Hayvan Kesimi 9 Kasım 2010 Gösterim 545 Hayvan Kesimi – Sorular ve Cevaplar 9 Kasım 2010 Gösterim 546 Kurban İbadeti 2 Kasım 2010 Gösterim 547 Kurban İbadeti – Sorular ve Cevaplar 2 Kasım 2010 Gösterim 548 Konulu Kuran Sohbetleri – Hacc İbadeti 26 Ekim 2010 Gösterim 549 Konulu Kuran Sohbetleri – Hacc İbadeti – Sorular ve Cevaplar 26 Ekim 2010 Gösterim 550 Bakara Suresi 87-90. Ayetler 19 Ekim 2010 Gösterim 551 Bakara Suresi 84-86. Ayetler 12 Ekim 2010 Gösterim 552 Bakara Suresi 83. Ayet – 4. Bölüm 5 Ekim 2010 Gösterim 553 Bakara Suresi 83. Ayet – 3. Bölüm 28 Eylül 2010 Gösterim 554 Bakara Suresi 83. Ayet – 2. Bölüm 21 Eylül 2010 Gösterim 555 Bakara Suresi 83. Ayet 14 Eylül 2010 Gösterim 556 Bakara Suresi 80-82. Ayetler / Günaha Batma ve Sonuçları 31 Ağustos 2010 Gösterim 557 Bakara Suresi – Kendi Kitaplarını Kuran Gibi Gösterenler 24 Ağustos 2010 Gösterim 558 Bakara Suresi 74-77. Ayetler / İman ve Küfür İlişkisi 17 Ağustos 2010 Gösterim 559 Bakara Sûresi / Oruç 10 Ağustos 2010 Gösterim 560 Bakara Sûresi – Ölülerin Diriltilmesi 6 Temmuz 2010 Gösterim 561 Bakara Sûresi – Kurbanlık Boğa Olayı 29 Haziran 2010 Gösterim 562 Bakara Sûres – Allah’a İsyanın Dünyadaki Sonuçları 22 Haziran 2010 Gösterim 563 Bakara Sûresi – Yahudilerden Alınan Söz 15 Haziran 2010 Gösterim 564 Bakara Sûresi – Kimler Cennete Girer 8 Haziran 2010 Gösterim 565 Bakara Sûresi – Tarım ve Avcı Toplumu 25 Mayıs 2010 Gösterim 566 Bakara Suresi – Mucize ve Keramet 18 Mayıs 2010 Gösterim 567 Bakara Sûresi 58-59 – Ehl-i Kitabın Dünya Hakimiyeti Beklentisi 11 Mayıs 2010 Gösterim 568 Bakara Sûresi 53-58 Ayetler – İnen Kitap 4 Mayıs 2010 Gösterim 569 Bakara Sûresi 50-52 Ayetler – Yahudilerin Denizi Geçme Mucizesi 27 Nisan 2010 Gösterim 570 Bakara Sûresi 47-52 Ayetler – Yahudilere Verilen Nimetler 20 Nisan 2010 Gösterim 571 Bakara Sûresi 40-46 Ayetler – Yahudilerin Peygamber Beklentisi 13 Nisan 2010 Gösterim 572 Bakara Sûresi – İnsanların ve Cinlerin Ortak Sorumluluğu 6 Nisan 2010 Gösterim 573 Bakara Sûresi 34-39 Ayetler 30 Mart 2010 Gösterim 574 Bakara Sûresi – as ve Cenneti 23 Mart 2010 Gösterim 575 Bakara Sûresi – Eşyanın İsimlerinin Öğretilmesi 16 Mart 2010 Gösterim 576 Bakara Sûresi – Halifelik 9 Mart 2010 Gösterim 577 Bakara Sûresi / Göklerin ve Yerin Yaratılışı 2 Mart 2010 Gösterim 578 Bakara Sûresi / Reenkarnasyon İddialarına Kur’an’dan Cevaplar 23 Şubat 2010 Gösterim 579 Bakara Sûresi 26-27 Ayetler – Allah’a Teslimiyet 16 Şubat 2010 Gösterim 580 Bakara Sûresi 25 Ayet / Cennet ve Cennet Nimetleri 26 Ocak 2010 Gösterim 581 Bakara Sûresi 24-25 Ayetler 19 Ocak 2010 Gösterim 582 Bakara Sûresi 23-24 Ayetler 12 Ocak 2010 Gösterim 583 Bakara Sûresi 21-22 Ayetler 5 Ocak 2010 Gösterim 584 Bakara Sûresi 7-20 Ayetler 29 Aralık 2009 Gösterim 585 Bakara Sûresi 5-7 -1 22 Aralık 2009 Gösterim 586 Bakara Sûresi 1-5 15 Aralık 2009 Gösterim 587 Bakara Sûresi -1 8 Aralık 2009 Gösterim 588 Fatiha Sûresi -1 1 Aralık 2009 Gösterim 589 Bakara Sûresi 5-7 Ayetler -1 22 Kasım 2009 Gösterim 590 Bakara Sûresi 1-5 Ayetler -1 15 Kasım 2009 Gösterim 591 Fatiha Sûresi -1 8 Kasım 2009 Gösterim 592 Ehli Kitap ve Müşrikler 30 Haziran 2009 Gösterim 593 Nas Sûresi / Vesvese 28 Nisan 2009 Gösterim 594 Hased ve Nazar 21 Nisan 2009 Gösterim 595 Felak Sûresi / Şerden Korunma 17 Nisan 2009 Gösterim 596 İhlas Sûresi / Allah’ın Varlığı 7 Nisan 2009 Gösterim 597 Tebbet Sûresi / Beddua 31 Mart 2009 Gösterim 598 Nasr Sûresi / Allah’ın Yardımı 24 Mart 2009 Gösterim 599 Roma Ziyareti 17 Mart 2009 Gösterim 600 Kafirûn Sûresi / Kafirler 3 Mart 2009 Gösterim 601 Kevser Sûresi / Kurban 24 Şubat 2009 Gösterim 602 Maûn Sûresi / Dini Yalanlayanlar 17 Şubat 2009 Gösterim 603 Kureyş Sûresi / Kadınların Mahremsiz Yolculuğu 10 Şubat 2009 Gösterim 604 Fil Sûresi / Fil Olayı ve Yanardağ Patlaması 3 Şubat 2009 Gösterim 605 Hümeze Sûresi / Koğuculuk 27 Ocak 2009 Gösterim 606 Asr Sûresi / İyiliği ve Sabrı Tavsiye 20 Ocak 2009 Gösterim 607 Tekasür Sûresi / Çoğaltma Sevgisi ve Ölüm 13 Ocak 2009 Gösterim 608 Kur’anda İsrailoğulları 6 Ocak 2009 Gösterim 609 Karia Sûresi / Sevapların ve Günahların Tartılması 30 Aralık 2008 Gösterim 610 Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri 23 Aralık 2008 Gösterim 611 Adiyat Sûresi / Aşırı Mal Sevgisinin Tehlikesi 16 Aralık 2008 Gösterim 612 Ayetler ve Hadisler Işığında Kurban 2 Aralık 2008 Gösterim 613 Ayetler ve Hadisler Işığında Mut’a Nikahı 25 Kasım 2008 Gösterim 614 Hac 11 Kasım 2008 Gösterim 615 Zilzal Sûresi / Hesap Günü 11 Kasım 2008 Gösterim 616 Zilzal Sûresi / Zelzele 4 Kasım 2008 Gösterim 617 Beyyine Sûresi / Hanifler 27 Ekim 2008 Gösterim 618 Beyyine Sûresi / Kafirler ve Müşrikler 27 Ekim 2008 Gösterim 619 Alak Sûresi / Namaz Vakitleri 14 Ekim 2008 Gösterim 620 Alak Sûresi / Yaratılış Safhaları 7 Ekim 2008 Gösterim 621 Kadr Sûresi / Kadir Gecesi 26 Eylül 2008 Gösterim 622 Alak Sûresi / Okumanın Önemi 16 Eylül 2008 Gösterim 623 Tin Sûresi / Salih Amel 9 Eylül 2008 Gösterim 624 İnşirah Sûresi / Zorluk ve Kolaylık 2 Eylül 2008 Gösterim 625 Oruç 26 Ağustos 2008 Gösterim 626 Duha Sûresi / Yetimlik 19 Ağustos 2008 Gösterim 627 Duha Sûresi / Peygamberin Yetimliği 12 Ağustos 2008 Gösterim 628 Leyl Sûresi / Cömertlik ve Cimrilik 15 Temmuz 2008 Gösterim 629 Şems Sûresi – İyilik ve Kötülük 8 Temmuz 2008 Gösterim 630 Beled Sûresi / İnsanın Vasıfları 1 Temmuz 2008 Gösterim 631 Fecr Sûresi / Kötülüğe Yönelmek 24 Haziran 2008 Gösterim 632 Gaşiye Sûresi / Kıyamet Günü 17 Haziran 2008 Gösterim 633 Ala Sûresi / Eşyanın Dili -2 10 Haziran 2008 Gösterim 634 Kur’anda Haram Kılınan Yiyecekler 3 Haziran 2008 Gösterim 635 Tekvir Sûresi / İsar Kelimesi 1 Haziran 2008 Gösterim 636 Ala Sûresi / Eşyanın Dili 27 Mayıs 2008 Gösterim 637 Avrupa’da Hayvan Kesimi 20 Mayıs 2008 Gösterim 638 Ala Sûresi / Kainatın Oluşumu 13 Mayıs 2008 Gösterim 639 Tarık Sûresi / Sabah Yıldızı 6 Mayıs 2008 Gösterim 640 Büruc Sûresi / Göğün Burçları -2 29 Nisan 2008 Gösterim 641 Büruc Sûresi / Göğün Burçları 22 Nisan 2008 Gösterim 642 İnşikak Sûresi / Mal ve Mülk ile Şımarma 8 Nisan 2008 Gösterim 643 İnşikak Sûresi / Göğün Yarılması 1 Nisan 2008 Gösterim 644 Mutaffifin Sûresi / İlliyyun 25 Mart 2008 Gösterim 645 Mutaffifin Sûresi / Ölçü ve Tartıda Hile 18 Mart 2008 Gösterim 646 İnfitar Sûresi / Göğün Yarılması 11 Mart 2008 Gösterim 647 Tekvir Sûresi / Mesiet ve İrade Toplantısı Değerlendirmesi 4 Mart 2008 Gösterim 648 Tekvir Sûresi / Kuranda Meşiet ve İrade 26 Şubat 2008 Gösterim 649 Tekvir Sûresi / Kıyamet Sahneleri 5 Şubat 2008 Gösterim 650 Abese Sûresi / Kıyamette İnsanların Durumu 29 Ocak 2008 Gösterim 651 Abese Sûresi / İnanç Hürriyeti 15 Ocak 2008 Gösterim 652 Abese Sûresi / Peygamberin Masumiyeti 8 Ocak 2008 Gösterim 653 Abese Sûresi / Peygamber Masum mudur? 1 Ocak 2008 Gösterim 654 Nâziat Sûresi / Kıyamet 25 Aralık 2007 Gösterim 655 Hac Sûresi / Hac İle İlgili Ayetler 18 Aralık 2007 Gösterim 656 Nâziat Sûresi / Yeniden Diriliş 11 Aralık 2007 Gösterim 657 Nâziat Sûresi / Ahiretle İlgili Hatırlatmalar 4 Aralık 2007 Gösterim 658 Nebe Sûresi / Hüküm Günü 13 Kasım 2007 Gösterim 659 Nebe Sûresi / Büyük Haber 6 Kasım 2007 Gösterim 660 Nebe Sûresi / Kıyamet Haberleri 30 Ekim 2007 Gösterim 661 Mûrselat Sûresi / Hakikatler 23 Ekim 2007 Gösterim 662 Mûrselat Sûresi / Alemin İdaresi 17 Ekim 2007 Gösterim 663 Ramazan Özel / Bayramdaki Görevlerimiz 9 Ekim 2007 Gösterim 664 2007 Ramazan Özel / Zekat ile İlgili Ayetler 2 Ekim 2007 Gösterim 665 2007 Ramazan Özel / Zekat – Sadaka 18 Eylül 2007 Gösterim 666 2007 Ramazan Özel / Ramazan ile İlgili Ayetler 11 Eylül 2007 Gösterim 667 İnsan Sûresi / İnsanın Yaratılışı 4 Eylül 2007 Gösterim 668 Kıyamet Sûresi / Kıyamet Sahnesi 31 Temmuz 2007 Gösterim 669 Kıyamet Sûresi / Kıyamet 24 Temmuz 2007 Gösterim 670 Müddessir Sûresi / 17 Temmuz 2007 Gösterim 671 Müddessir Sûresi / Faiz Yasağı 26 Haziran 2007 Gösterim 672 Müddessir Sûresi / İnsanları Uyarma 26 Haziran 2007 Gösterim 673 Müzzemmil Sûresi / Kur’an Okumanın Önemi 19 Haziran 2007 Gösterim 674 Müzzemmil Sûresi / Gece Kur’an Okumak 12 Haziran 2007 Gösterim 675 Müzzemmil Sûresi / Örtüsüne Bürünen 5 Haziran 2007 Gösterim 676 Ana Rahmindeki Sakat Ceninin Alınması 29 Mayıs 2007 Gösterim 677 2007 Ramazan Özel / Oruç ile İlgili Ayetler 25 Mayıs 2007 Gösterim 678 Kalem Sûresi / 25 Mayıs 2007 Gösterim 679 Cin Sûresi / Mescidler 22 Mayıs 2007 Gösterim 680 Cin Suresi 15 Mayıs 2007 Gösterim 846 681 Cin Suresi 8 Mayıs 2007 Gösterim 822 682 Cin Sûresi / İnsan ve Cinler 1 Mayıs 2007 Gösterim 683 Nuh Sûresi / Davet 24 Nisan 2007 Gösterim 684 Nuh Sûresi / Nuh Kıssası 17 Nisan 2007 Gösterim 685 Meâric Sûresi / İnkarcılar 10 Nisan 2007 Gösterim 686 Meâric Sûresi / Hesap Günü 4 Nisan 2007 Gösterim 687 Mearic Suresi 27 Mart 2007 Gösterim 52 688 Hakka Suresi / Gayrimüslimler ile İlişkiler 13 Mart 2007 Gösterim 38 689 Gayrimüslimler ile İlişkiler 13 Mart 2007 Gösterim 690 Hakka Sûresi / Helak Olan Kavimler 13 Mart 2007 Gösterim 691 Kalem Sûresi / 6 Mart 2007 Gösterim 692 Hakka Sûresi / Semûd ve Ad Kavmi 27 Şubat 2007 Gösterim 693 Hakka Sûresi / Kıyamet Günü 20 Şubat 2007 Gösterim 694 İnsanın Yaratılışı / Yokluk 6 Şubat 2007 Gösterim 695 İnsanın Yaratılışı / Ana Rahmi 23 Ocak 2007 Gösterim 696 Kalem Sûresi / Öğretmek 9 Ocak 2007 Gösterim 697 Ramazan Özel -Soru Cevap 2 Ocak 2007 Gösterim 698 Kurban Özel / Kurban İle İlgili Ayetler 26 Aralık 2006 Gösterim 699 Kalem Sûresi / Kalem’e Yemin 19 Aralık 2006 Gösterim 700 Süleymaniye Vakfı Hakkında 12 Aralık 2006 Gösterim 701 Mülk Sûresi / İnsanın Gelişimi 5 Aralık 2006 Gösterim 702 Mülk Sûresi / İnşâ Etmek 28 Kasım 2006 Gösterim 703 Mülk Sûresi / Yeryüzü Nimetleri 21 Kasım 2006 Gösterim 704 Mülk Sûresi / Yardımlaşma 14 Kasım 2006 Gösterim 705 Tahrim Sûresi / Tevbe Etmek 30 Ekim 2006 Gösterim 706 Ramazan Özel / Oruç İle İlgili Ayetler -4 10 Ekim 2006 Gösterim 707 Ramazan Özel / Oruç İle İlgili Ayetler -3 3 Ekim 2006 Gösterim 708 Ramazan Özel / Oruç İle İlgili Ayetler -2 26 Eylül 2006 Gösterim 709 Ramazan Özel / Oruç İle İlgili Ayetler 19 Eylül 2006 Gösterim 710 Tahrîm Sûresi / Haram Kılma Yetkisi 12 Eylül 2006 Gösterim 711 Tahrîm Sûresi / Peygamberlerin Haram Kılma Yetkisi 5 Eylül 2006 Gösterim 712 Talak Sûresi / Boşanma -4 8 Ağustos 2006 Gösterim 713 Talak Sûresi / Boşanma -3 1 Ağustos 2006 Gösterim 714 Talak Sûresi / Boşanma -2 27 Temmuz 2006 Gösterim 715 Talak Sûresi / Boşanma 18 Temmuz 2006 Gösterim 716 Teğabun Sûresi / İtaat 11 Temmuz 2006 Gösterim 717 Teğabun Sûresi / Cehennemlikler 4 Temmuz 2006 Gösterim 718 Teğabun Sûresi / Kafir Kime Denir 20 Haziran 2006 Gösterim 719 Tegabûn Sûresi / Kafirlik 13 Haziran 2006 Gösterim 720 Teğabun Sûresi / Aldatmak 6 Haziran 2006 Gösterim 721 Münafikûn Sûresi / Ecel -2 30 Mayıs 2006 Gösterim 722 Münafikûn Sûresi / Ecel 23 Mayıs 2006 Gösterim 723 Gelecek mi? 20 Mayıs 2006 Gösterim 724 Münafikûn Sûresi / Münafıklar 20 Mayıs 2006 Gösterim 725 Münafikûn Sûresi / Allah Yolunda Olanlara Karşı Gelenler 16 Mayıs 2006 Gösterim 726 Münafikun Sûresi / Cuma Namazı 2 Mayıs 2006 Gösterim 727 Cum’a Sûresi / Cuma Namazı 25 Nisan 2006 Gösterim 728 Muhammed Sûresi 1-4 Ayetler / Aracılık ve Şirk 19 Nisan 2006 Gösterim 729 Cum’a Sûresi / Kitap Yüklenenler 18 Nisan 2006 Gösterim 730 Hz. İsa’nın Müjdesi 11 Nisan 2006 Gösterim 731 Saff Sûresi / Ehli Kitabın Peygamberimize Bakışı 28 Mart 2006 Gösterim 732 Saff Sûresi / Ehli Kitabın Peygamberimize Bakışı 21 Mart 2006 Gösterim 733 Mümtehine Sûresi / İftida – Bey’et 14 Mart 2006 Gösterim 734 Mümtehine Sûresi / İftida – Gayrimüslimlerle Evlilik 7 Mart 2006 Gösterim 735 Mümtehine Sûresi / Kadınların Boşama Hakkı 28 Şubat 2006 Gösterim 736 Karikatür Olayı 14 Şubat 2006 Gösterim 737 Mümtehine Sûresi / Gayrimüslimlerle İlişkiler 14 Şubat 2006 Gösterim 738 Mücadele Sûresi / Allah’ın İsimleri 31 Ocak 2006 Gösterim 739 Haşr Sûresi / Münafıklar ve Karekterleri 19 Ocak 2006 Gösterim 740 Ganimet – Kurban 3 Ocak 2006 Gösterim 741 Fetih Suresi -15 / Tebük Seferi ve Münafıklar 28 Aralık 2005 Gösterim 55 742 Haşir Sûresi / Ganimet ve Nesir 27 Aralık 2005 Gösterim 743 Fetih Sûresi / Hudeybiye Sonrası Olaylar 21 Aralık 2005 Gösterim 744 Haşr Sûresi / Sürgün ve Ganimetler 20 Aralık 2005 Gösterim 745 Mücadele Sûresi / Allah’ın Gazab Ettiği Kişilerle İlişkiler 13 Aralık 2005 Gösterim 746 Mücadele Sûresi / Allah’a ve Peygamberine Karşı Gelmek 6 Aralık 2005 Gösterim 747 Mücadele Sûresi / Zihar ve Kefareti 22 Kasım 2005 Gösterim 748 Kur’anı Kerim’de Ehli Kitap 15 Kasım 2005 Gösterim 749 Hadid Sûresi / Demirin Önemi 8 Kasım 2005 Gösterim 750 Fetih Sûresi / İslam Müslümanlar ve Diğer Dinler 1 Kasım 2005 Gösterim 751 Ramazan Özel / Zekat 1 Kasım 2005 Gösterim 752 Ramazan Özel / Zekat ve Kadir Gecesi 25 Ekim 2005 Gösterim 753 Ramazan Özel / İnfak – Zekat 18 Ekim 2005 Gösterim 754 Ramazan Özel / Oruç 11 Ekim 2005 Gösterim 755 Ramazan Özel 4 Ekim 2005 Gösterim 38 756 Hadid Sûresi 27 Eylül 2005 Gösterim 757 Hadid Sûresi 20 Eylül 2005 Gösterim 758 Hadid Sûresi / İnfak 13 Eylül 2005 Gösterim 759 Hadid Sûresi / Arş ve Kûrsi 6 Eylül 2005 Gösterim 760 Vakıa Sûresi / Cehennemlikler 16 Ağustos 2005 Gösterim 761 Vakıa Sûresi / Cennet Nimetleri 9 Ağustos 2005 Gösterim 762 Rahman Sûresi / Cennette Hûriler ve Gilmanlar 3 Ağustos 2005 Gösterim 763 Rahman Sûresi / Cinlerin Yaratılışı 26 Temmuz 2005 Gösterim 764 Rahman Sûresi / İnsanın Yaratılışı 19 Temmuz 2005 Gösterim 765 Kamer Sûresi / Allah’ın Varlıklara Koyduğu Standart 12 Temmuz 2005 Gösterim 766 Kamer Sûresi / Kur’anı Anlamak Kolaydır 5 Temmuz 2005 Gösterim 767 Necm Sûresi / Şefaat 21 Haziran 2005 Gösterim 768 Necm Sûresi / Şefaat 14 Haziran 2005 Gösterim 769 Necm Sûresi / Şefaat 7 Haziran 2005 Gösterim 770 Necm Sûresi / İsra ve Miraç 31 Mayıs 2005 Gösterim 771 Necm Sûresi / Sünnet – Vahiy İlişkisi 24 Mayıs 2005 Gösterim 772 Fetih Sûresi / Hac Rüya ve Mekkenin Fethi 17 Mayıs 2005 Gösterim 773 Tur Sûresi / İsra Miraç Hristiyanlar ve Mucize 10 Mayıs 2005 Gösterim 774 Zariyat Sûresi / Siirt Konferansı ve Kadın Erkek Ayrımcılığı 26 Nisan 2005 Gösterim 775 Zariyat Sûresi / Tevbe ve Zamanı 12 Nisan 2005 Gösterim 776 Zariyat Sûresi / Kıssalar 3 Nisan 2005 Gösterim 777 Zariyat Sûresi / Ecel-i Musemma 29 Mart 2005 Gösterim 778 Zariyat Sûresi / Gökten Rızık İnmesi 22 Mart 2005 Gösterim 779 Zariyat Sûresi / Gök Kapıları 15 Mart 2005 Gösterim 780 Kaf Sûresi / Kıyamet 8 Mart 2005 Gösterim 781 Kaf Sûresi / Kıyamet Günü ve Yeniden Dirilme 1 Mart 2005 Gösterim 782 Hucurat Sûresi / İman İslam ve Münafıklar 22 Şubat 2005 Gösterim 783 Hucurat Sûresi / İslam Kardeşliği 15 Şubat 2005 Gösterim 784 Başörtüsü ve Laiklik 12 Şubat 2005 Gösterim 785 Hucurat Sûresi / Öncelik Allah ve Elçisi 1 Şubat 2005 Gösterim 786 Kamer Sûresi / Peygamberlerine Karşı Çıkanların Sonu 28 Ocak 2005 Gösterim 787 Hucurat Suresi 25 Ocak 2005 Gösterim 92 788 Kur’an ve Sünnete Göre Kurban 18 Ocak 2005 Gösterim 789 İftida – Hudeybiye 14 Aralık 2004 Gösterim 790 Muhammed Sûresi 28-38 30 Kasım 2004 Gösterim 791 Kadir Gecesi 19 Kasım 2004 Gösterim 792 Sadaka ve Zekat 1 Kasım 2004 Gösterim 793 Oruç ile ilgili ayetler 2 Ekim 2004 Gösterim 794 Zekat / Tevbe Sûresi 13 Mayıs 2004 Gösterim 11-HÛD 74. Ayet فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ Fe lemmâ zehebe an ibrâhîmer rev’u ve câethul buşra yucâdilunâ fî kavmi lûtlûtın. Bayraktar Bayraklı İbrâhim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye başladı. Edip Yüksel İbrahim’den korku gidip kendisine bu müjde verilince Lut halkı hakkında bizimle tartışmaya başladı. Erhan Aktaş İbrahim’in korkusu geçip, bu müjde kendisine verilince, Lut’un halkı hakkında bizimle1 tartışmaya 1- Meleklerimizle. 2- Girişimde bulundu. Muhammed Esed Böylece İbrahim'in korkusu geçtikten ve kendisine sözü geçen müjde verildikten sonra Lut kavmi hakkında Bize yakarmaya başladı; Mustafa İslamoğlu Sonunda İbrahim'in endişesi geçip de müjde kendisine ulaşınca, bu kez de Lut kavmi konusunda bize ısrarla yalvarmaya başladı; Süleyman Ateş İbrâhim'den korku gidip kendisine sevinç gelince, Lût kavmi hakkında bizimle tartışmağa başladı onlardan azâbı kaldırmamızı veya hafifletmemizi ricâ ediyordu. Süleymaniye Vakfı İbrahim’in korkusu geçip kendisine o müjde de gelince, Lut halkı hakkında bizimle tartışmaya girdi. Yaşar Nuri Öztürk İbrahim'den korku gidip yerine müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizimle tartışır oldu.

hud suresi 75 ayet tefsiri